411 29 12
                                    

Genç adam oturduğu yatağından yine boka dönmüş hayatını gözden geçiriyordu. Aslında böyle olsun istememişti ama kader onu bu ormanın kimsenin adımını dahi atmadığı yere göndermişti.

Herkesten nefret ediyordu. Fakat en çok ailesinden nefret ediyordu. Çünkü onlar gencin hayatını elinden almış, onu buraya hapsetmişlerdi.

Ne yapmıştı ki onlara? Neden ondan bu kadar nefret etmişlerdi? O bir katil veya hırsız değildi. Asıl nefreti haketmeyen kişiydi kendisi. İnsanlardan ve hayattan soyutlanmak ona çok acı geliyordu. Mırıldandı kendi kendine:

"Hayatın acı gerçekleri"

Evet, hayat onun için sadece acı gerçeklerden oluşuyordu onun için. Başka hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Yaşıtları gibi okula gidemiyor, herhangi bir ortama adımını dahi atamıyordu. "Bar nedir?" diye sorsanız, ağzını açıp tek bir kelime bile edemezdi. İşte hayat onun için bundan ibaretti. Gündelik işlerini halledip, uyumak..

Sonunda düşünme seansını bitirince, yerinde doğrulabildi Taehyung. Güneş daha yeni doğuyordu. Normalde şu an balkonda olup (tabi balkon denirse) bu güzel manzaranın tadını çıkartırdı. Fakat bugün kendini iyi hissetmiyor, ayağa dahi kalkmak istemiyordu.

Kalkacak gücü kendinde bulduğu zaman toparlandı ve banyoya gitmek üzere ayağa kalktı.

Banyoya girdiği zaman gözüne ilk çarpan şey ayna olmuştu. Ne kadar da berbat görünüyordu öyle. Göz altları morarmış, saçları dağınıktı. Bu haliyle onu biri görse Karabasan gördüğünü zannedip kaçabilirdi.

Aynaya bakıp güldükten sonra yüzünü yıkamaya başladı Taehyung. Sonra ise ellerini. Temizliğe çok önem veren bi kişiliğe sahipti. Aşırıya kaçtığı bile oluyordu bazen.

Saçlarına baktı ve gördüğü tek şey bir yağ tabakası oldu.

"Gerçekten," dedi "saçlarım beni haketmiyor."

Küveti suyla doldurmaya başladı. Suyu izlerken dalmış olacak ki elini değdiği an tiz bir çığlık kopartmaktan kendini alamadı.

"Bu ne böyle! Cehennemden falan mı geldin?"

Haklı isyandan sonra saçındaki iğrenç yağ tabakasından kurtulmak için küvete girdi.

Yaklaşık yarım saat sonra banyodan belinde bir havluyla çıkmıştı Taehyung. Vücudu yapılı olduğu için de kendiyle gurur duymadan edemedi. Fakat hemen bu düşüncelerden arınarak,

"Kendine gel Kim Taehyung, sen mütevazi bir insansın." dedi.

Kıyafet dolabının önüne geçti ve kendine uygun kıyafetleri aramaya başladı

"Hayır, bu olmaz. Bunu dün giydim. Hayır, bu da olmaz. Bunun yıkanması gerek. Aaaaa hadi ama, bu da olmaz. Yıkanmış ama üzerinde hala önceki gün döktüğüm reçelin izi var."

Sonunda üzerine çizgili bir tişört ve altına siyah pantolon giydikten sonra, aşağı kahvaltı yapmak üzere indi.

Yine her zaman olduğu gibi o uyanmadan önce güzel bir kahvaltı hazırlayıp gitmişti birisi. Daha kendisine kahvaltı hazırlayan kişinin kim olduğunu bilmeyen birinin ne kadar mutlu olmasını beklerdiniz ki? Yüzünü görmeyi bırakın, daha ona yıllardır hazırladığı kahvaltılar için bir teşekkür bile edememişti.

Daha fazla düşünmek istemedi ve her gün yaptığı rutin kahvaltısını yemeye başladı. Her gün, her sabah aynı kahvaltıyla güne başlasa bile bu onun için alışıldık bir durum olmuştu. Fakat tabiki annesinin ona börekler, çöreklerle donattığı bir kahvaltı hazırlaması hoşuna giderdi. En azından tek sabah..

Hızlı bir şekilde önüne konulan sütü de bitirdikten sonra, kapının önünde duran tulumunu giymek için ayağa kalktı.

Mavi koyu renkli tulumunu seviyordu. İçinde tatlı göründüğünü düşünüyordu.

Hızlıca geçirdi tulumunu üzerine. Boy aynasından kendine baktı,

"Güzel," dedi "sabahki halimden eser kalmamış."

Tatmin olmuş bir şekilde gülümseyerek çoğu zamanını geçirdiği arka bahçesine geldi.

Renk renk çiçeklere, kendi çocukları gibi bakıyordu. Mavi, pembe ve kırmızının en güzel tonlarından oluşan bu bahçe onun gözbebeğiydi. Ufacık bir rüzgar esse, ödü kopuyordu çocuklarına zarar gelecek diye.

Güzel bahçesine göz gezdirmeye başladı. Herşey yolunda gibi gözüküyordu.

Bir çift güzel gözle karşılaşıncaya kadar...


~

the truth untold || vmin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin