sekiz

355 48 47
                                    

Omzunda hissettiği dokunuşlarla gözlerini açtı. Görüş alanına giren, üniformalı adamla bakıştı.

"Bayım, buradan kalkmanız gerek."

Bilinci yeni yeni kendine geliyor, olayları ve dün geceyi hatırlamaya başlıyordu. Üstünde hissettiği ağırlıkla başını aşağı doğru çevirdi. Göğsünde yatan Hoseok'un başını görünce gülümsedi. Etrafına bakındığında dün geceden aklına gelen kesit kesit görüntüler tamamlanmıştı.

   Dün gece ay ışığı ve sağanak yağmurun altında defalarca öpüştükten sonra odalarına gitmemiş, hiçbir şeyi umursamadan güvertenin tahta zeminine uzanmışlardı. Yağmur altında temizlenmiş; o, göğsünde yatan Hoseok'un saçlarını okşarken, Hoseok ise Taehyung'un yağmur sayesinde ıslanmış gömleğinden tenini daha çok hissedip kalbini dinlemişti. Yağmur damlalarının zemine çarpma sesi, dalgalar ve birçok ses içerisinde sadece Taehyung'un kalp atışlarını duymuştu. Ona ninni gibi gelen bu ses sayesinde kolaylıkla uyumuştu.

Taehyung ise gece boyunca düşünmüştü. Bir yandan Hoseok'un saçlarını okşarken bir yandan da aklındaki karışıklığı çözmeye çalışıyordu. Hoseok'a karşı beslediği şey ilgi miydi sevgi mi? Neden onu öpmüştü? Bu öpücük neden hala dudaklarını yakıyordu? Hoseok'a nasıl bu kadar çabuk kapılmıştı? Yoksa zaten onun büyüsünde miydi? Bunları düşünmekten gece boyunca uyuyamamış, yağmur bitince ve gökyüzü güneş ışığı ve gecenin karışımıyla mora dönmeye başlayınca uyumaya karar vermişti.

  Hoseok'u nazikçe dürttü.

"Hoseok, uyan bebeğim."

Hoseok birkaç dürtülme sonrası yavaşça başını Taehyung'un göğsünden kaldırmış, oturur pozisyona gelip etrafa bakmıştı. Hoseok'un kalkmasıyla Taehyung'da ağrılar içinde oturur pozisyona geldi.

"Galiba sırt kanseri geçiriyorum."

Hoseok kıkırdayıp kaşları çatık bir şekilde belini tutan Taehyung'a döndü.

"Sırt kanseri diye bir şey yok Taehyung."

  Taehyung, Hoseok'un uzattığı elini tutup ayağa kalktı. Birlikte odalarına gittiler. Saat 9'du. Gün onlar için çok erken başlamıştı. Üstlerini değiştirip yataklarına girdiler. Tekrar Taehyung'un koynuna yattı Hoseok.

" Hoseok-ie, sırtım gerçekten fena ağrıyor."

Hoseok, Taehyung'un kolunun altından çıkıp yatakta yan oturdu.

"Yüz üstü uzan."

Taehyung her şeye kabul olduğu için yavaşça yüz üstü yattı. Hoseok, ince parmaklarıyla Taehyung'un ince gömleğini tuttu. Ensesine doğru sıyırdı ve sırtına bakmaya başladı.

"Canını acıtırsam söyle, tamam mı?"

Taehyung yavaşça kafasını salladı. Hoseok, Taehyung'un kalça kemiğinin hafif üzerine oturdu. Nazikçe parmaklarını bastırıp masajına başladı. O masajını yapmaya devam ederken Taehyung da hoşuna gittiğini belirten sesler çıkartıyordu.
   Soğuk elleri, Taehyung'un sıcak sırtında gezinirken Hoseok hala aralarında olan bağı düşünüyordu. Ne yapmalıydı hiçbir fikri yoktu. Bu tür duyguları hiç yaşamamıştı.

"Taehyung."

Taehyung yavaşça başını yan çevirdi.

"Hmm?"

Hoseok utanıyordu. Çok utanıyordu. Belki de duygusuz bir öpüştür diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Rezil olmakta istemiyordu. Belki de Titanik'ten indikten sonra sormalıydı bu soruları. Bir yanı ona "Rezil olacaksın" diye fısıldarken, diğer yanı "Her şey için çok geç olabilir" diyordu. "Rezil olacaksın" diyen yanını seçip sessizce masaj yapmaya devam etti. Eğer ona böyle bir şey söylerse ve Taehyung onu terslerse, ondan kaçamazdı. Okyanusun ortasında,bir gemidelerdi. Nereye kadar kaçabilirdi? En iyisinin gemiden dönünce söylemek olduğuna karar verdi.  Taehyung uyuyana kadar masajına devam etti. Daha sonrasında kıyafetini düzeltip, beyaz dantelli ince pikeyle üstünü örttü. Düşünceleri arasında kaybolurken kendi yatağına girdi ve uyumaya çalıştı.

                               *
Akşama kadar uyumuşlar, uyanınca da gemiyi gezmeye başlamışlardı.

   Taehyung geminin içini gezerken duvarda asılı olan tablolara bakıyordu. Hoseok da onun gibi tablolara odaklanmaya çalışıyordu ama elinin üzerine parmaklarıyla masaj yapan Taehyung, buna çok izin vermiyordu. Elleri kenetlenmiş bir şekilde her tabloyla dikkatlice bakıyorlardı. Taehyung'un tabloyu izlerken ki halini izlemek, Hoseok'un fazlasıyla hoşuna gitmişti. 
     Taehyung gördüğü tabloyla duraksayıp birkaç adım ilerleyerek tabloya yaklaştı. Tablonun altında yazanı sessizce mırıldanıp,yazının üstünde parmaklarını gezdirdi.

"Van Gogh, Haziran 1889."

Taehyung büyülenmiş gibi gözlerini kırpıp tekrar tekrar bakıyordu. Cebinden çıkardığı buruşmuş kağıdı hızla açtı ve duvara koydu. Tablonun çeyreği büyüklüğünde, siyah-beyaz, tablonun aynısı olan bir resimdi.

"Bu resim, o..."

Yutkunup resmi izlemeye devam etti, bir yandan da ellerini resmin üzerinde gezdiriyordu. Ressamın boyarken ki fırça dokunuşlarını hissetmek istiyor gibiydi.

"Taehyung, iyi misin?"

Hoseok yavaşça ilerleyip Taehyung'un omzunu tuttu.

"Her gün işe giderken, pahalı mağazaların kıyafetlerinde görürdüm bu resimi. Daha sonrasında kocaman bir evin duvarına yapıldı. Hep merak ettim bu resimin orijinalini. Bir arkadaşımın sahtesini çizdiğini ve sattığını öğrendim. Ama o kadar pahalıya satıyordu ki, ne kadar para biriktirsem de alamazdım. Haklıydı tabii, onun el emeğiydi. Kendim çizmeye karar verdim. Bir şeyler çizmeyi seviyordum. Ama boya alacak kadar param yoktu. Yemek paramı boyaya veremezdim. Renksiz bir şekilde çizdim bende resmi. Hayalimde renklendirdim. Resmin aynısı olmasını istemiyordum elbette. Kendi fikirlerimi de kattım. Ama bir kopyası lazımdı. Her gece, yorgunluğumu asla önemsemeden o evin duvarına gittim. Birkaç gece sonra gitmeme gerek kalmamıştı, o kadar alışmıştım ki odamın kirli penceresinden gökyüzüne baktığımda o resimi görüyordum hayalimde. Sonra da hep yanımda taşıdım kendi çizdiğim resimi. Kendi eserimi. Bu hayata bırakabileceğim tek eserim. Ölünce de yanımda olsun diye hep cebimde taşırım. İnsanlar en azından bir ruhum olduğunu bilsinler diye."

Duraksayıp yutkundu. Sözleriyle büyülenmiş bir şekilde duran Hoseok'u hızla tablonun önüne çekti.

"Sakın hareket etme. Bu anı ölümsüzleştireceğim."

  Hoseok gülümseyerek Taehyung'un gözlerinin içine baktı bir kamera merceğine bakar gibi. Evet, bir fotoğraf makinesi yoktu Taehyung'un. Ama tutunmaya şans bulamadan düşeceğiniz, dipsiz kuyular gibi gözleri vardı. Sahra çölünde oluşan bir kum fırtınasını andıran, kahverengi gözler. Hayalleri çok güzel olan ama gerçekleştirmesi onun için çok güç olan birinin, asla parıltısı sönmeyen gözleri.

Taehyung, en sevdiği resmin önündeki en sevdiği insana baktı. Hayatına can veren iki varlık. Hayatına renk katanlar. Bu güzel fotoğrafı, bilinçaltında çizmeye başladı bir ressam gibi. Çizimi bitirince gözleri kırpıştırdı.

"Haydi, sen de benim bir fotoğrafımı çek!" diyerek heyecanla tablonun önüne geçti. Hoseok, Taehyung gibi biraz gerileyip kendi gözlerindeki hayali kadraja aldı Taehyung ve tabloyu.

  Bu sefer Taehyung heyecanla baktı Hoseok'un gözlerine. Güzel elmacık kemikleri üzerinde duran, Tanrı tarafından çekilmiş gözlere. Ne kadar aralarında mesafe olsa bile, Hoseok'un gözleri içindeki büyük mavi tabloyu ve kendini görmek onu güzel hissettirdi. Yaşadığı tüm zorluklarla rağmen umudunu kaybetmeyen gözlerine baktı.

Heyecanla Taehyung ona bakarken, Hoseok ise düşünüyordu.

O an Taehyung'un tüm kirpiklerini saymak onun için bir ibadet gibi geldi. İnanmadığı Tanrı'ya olan saygısından, Taehyung'un önünde diz çökmek istedi. Tanrıyı bir ressam olarak düşündü, Taehyung onun en güzel tablosu olmalıydı.Hoseok'un bileklerine  dolanırdı ince kahverengi saç telleri. Kemikli, ince, uzun elleri sarardı her zaman Hoseok'un ince belini. Dudakları her zaman kendine ait renginde olurdu, büyülerdi. Güzel belini sarardı, ince deri kemerleri. Hoseok'un inanmadığı tanrısının  başyapıtıydı. En güzeliydi.         

 
Taehyung, sanatın kendisiydi.

another love in Titanic °Vhope°Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin