Dokuzuncu Bölüm

812 33 0
                                    

Suad'da şakaklarına önce soğuk bir ter, sonra şiddetli bir sıcaklık, bütün başını harap eden bir nabız atışı ortaya çıktı. Derin bir tiksintiyle bu düşüncenin ne kadar hainane, ne kadar pis bir şey olduğunu düşündü. Sonra dadısının sözlerini dinlemediği hâlde onun "Meydan vermemeli" diye kulaklarını yırtan sözüne hak verdi. Fakat nasıl meydan vermemeliydi? Hem onlar ne yapıyorlardı? Yoksa Necib'e karşı gerektiğinden fazla bir yakınlık ve samimiyet mi gösteriyordu? Demek ki bu sözü söyleyebilmek için bu kadarı da yeterliydi? Sonra birden "Ya o da öyle düşünürse..." diye kocasını düşündü. Demek ki onun da böyle düşünmek ihtimali vardı? Fakat Süreyya'yı böyle fikirlere kapılacak kadar basit bilmediği için sakinleşti.

Şimdiye kadar Hacer'i herkese karşı o kadar savunmuşken artık bu söylediklerinden sonra bir daha onu savunmaya cesaret edemeyeceğini anlıyordu. Onda iğrenilecek bir hâl, bir yılanlık buluyordu. Bu kötülüğü ondan değil, kimseden beklememişti. Böylesine gereksiz ve anlamsızca bir düşünce hem de zehirli bir düşünce ortaya çıkarabilmek için insanın nasıl bir kalbi olabilirdi acaba.

Bu kötü sözü yalnız birkaç saatlik bir meşguliyet verip unutulacak sanırken şimdi görüyordu ki, bu Necib'le bundan sonraki hayatını tamamen zorlu, âdeta imkânsız bir hâle koymuştu. Böyle bir sözün çıkması hem de başkaları tarafından da buna inanılması ihtimali onu ürkütüyordu. Demek hiçbir zaman Necib'le önceki kadar doğal, sade ve saf bir ilişkileri olmayacaktı. Onu önceki kadar düşünemeyecekti. Bu kadar sade bir hayat içinde böyle sözler çıktıktan sonra... Bunu çıkaran, çıkarabilen, böyle bir söz çıkınca hiç düşünmeden kabul edebilecek hâlde olan insanlara karşı birden öfkeyle hücum eden bir kin hissediyordu.

Bundan sonra onu düşünmeye, ona dair bir söz söylemeye, belki kocası da bir şey hisseder diye ondan bahsetmeye cesaret edemiyor, hatta onun gelişini heyecanla bekleyen kendisinden bile korkuyordu, sonra bu saçma endişelerin kendi hoş hâlini yok ettiğini düşünerek "Yazık oldu!" diyordu. Demek bundan sonra Necib'le hayatı artık büsbütün değişecekti. Bu hâl beki onun gelmemesini gerektirecekti. Buna hayıflanıyordu. Sonra bu kadar önem verdiğine de şaşıyordu. Hâlbuki Necib öbür gün gelecekti. Ve Süreyya ile karar vermişlerdi ki artık onu alıkoyacaklardı. O hâlde kocasını bu fikirden vazgeçirmek için bir çare bulmak gerekiyordu. Zaten onun hayatı hep böyle geçiyordu, ondan gizlenerek yapılacak işler vardı, hayatlarını düzenlemek için ondan gizli hesaplar yapıyor, görüntüyü korumaya çalışıyor, mücadele veriyordu, bu ilk günden beri böyleydi ve bundan sıkılmış hatta harap olmuştu. Ve bundan sonra da işte bu çıkmıştı, şimdi daha dikkatli olması gerekiyordu, bu yakıcı bahaneler onun onurunu ve ailesini zedeleyebilirdi.

Hâlbuki kendinden gizlemiyordu ki, Necib'le hayatlarının bozulmasını tarafsız bir şekilde düşünemiyordu. Ona göre Necib hayatlarını şenlendiriyor, birleştiriyor, özellikle müzikle geçen saatlerinde, onun için hazırladığı havaların şaşkınlıkları, bütün o şimdiki çekilmez hayatını bir parça hayalle okşayan zamanlar yok oluyordu. Hâlbuki mecburdu. Çünkü Süreyya'nın kulağına bir söz giderse, ya da bu düşüncenin doğruluğuna ikna edilirse bütün bu güzelliklere veda etmek gerekecekti.

"Zavallı Necib!" diyordu. O hiçbir şeyden şüphe etmezken haklarında böyle kötü şeyler söylendiğini duysa kim bilir ne kadar üzülürdü. Bu darbeyle sadece ikisi yararlanacağı için onunla kederde bir ortaklık buluyor bu da ona bir çeşit merhamet duymasını sağlıyor ve bağlılık oluşuyordu. Onu burada alıkoymamak için ne çare bulacağını düşünüyordu ama bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Aslında bu, o çarenin olmayışı değil onda karar verecek soğukkanlılık ve huzur fikri olmayışından ileri geliyordu. O kadar ki, Necib'in geleceği gün yetiştiği hâlde henüz bir karar vermemişti. Gelmese bütün zorluklardan kurtulacağını düşünerek: "Şimdi gelecek, bu vapurla gelecek..." diye heyecanla her vapuru gözlediği hâlde akşam olup da Necib gelmeyince memnun oldu. Hem o gün Süreyya da İstanbul'a indiğinden o burada yokken gelirse diye korkuyordu. Bunun için kendine kızıyor, saf ve günahsız olduğu için bu önlemlere bir gereklilik, böyle korkmak için bir sebep olmadığını söylüyor, bununla beraber yine de korkuyordu.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin