Fenilalanin-1

4 0 0
                                    

...Normalde, fenilalaninhidroksilaz enzimi, "fenilalanin" adlı bu aminoasidi "tirozin" denen bir başka aminoaside dönüştürür. Fenilalaninhidroksilaz eksikliği nedeniyle, hücrelerde dönüşüm gerçekleşemediğinden, kanda yüksek düzeyde fenilalanin birikir...

Ekrandan gözümü alamıyor, "Birikim iyidir,iyi!" diye harçlıklarını benim gibi bakkala yatırmayan ablama övgüler düzen babamı hatırlıyorum. Her şeyimi ona borçluyum evet, onun bağırış çığırışlarına, o köye, o iki odalı dama tıkılıp kalışına, ablama ortaokul sırası göstermeyen anlayışa... Aslında hazırdım böylesine bir habere. Kulaklarımı bu sözlere alıştırmıştım. Ama ne kadar hazırlıklı da olsanız, iş böylesine bir haber duyana kadar... Bakmayın odamın kapısındaki şu parlak metal üstüne kazınmış Doç. Dr. Ayla Sevilatlı yazısına. Bildiklerim yaşadıklarımla sınırlı.Niye biz, neden ben? Şu tesadüfleri açıklayamadıktan sonra hangi görkemli unvanın anlamı var ki zaten? Küçücük bir ânın insanın hayatını değiştirebiliyor oluşu dahi insanı küçücük bir noktaya dönüştürmüyor mu?

Batı Anadolu'nun küçük bir köyünde, avlusu geniş bir evde büyüdük: ben ve ablam. Çok kitap okurdu o. Babamız şehre indikçe kitap taşırdı eve. Ablam fotoroman dilerken ben horoz şekeri beklerdim çarşıdan. Babam, köyün muhtarıydı. Köyde ortaokul mezunu olan tek insandı. Ortaokul mezunu başka birine tahammülü yok diye devam ettirmedi ablamı okula. Şaka bir yana, eğitimin önemine inanan bir insan değildi Topan'ın Rıza. Böyle bahsederlerdi köyde babamdan. Topan'ın Rıza! Ablam ona "Ceyar" derdi. Hayatı tarlalarından ibaretti.Haliyle bizler de işçi ordusuyduk onun. Askerlikten sonra Ankara'da bulunmuş, bir iş tutturamayınca köye dönmüştü. Senelerdir köyün muhtarlığını yapıyordu. Köyün, köylünün işlerini yaptırmayı beceriyor diye yaşlılar da hürmet ederlerdi babama. Köyün çocukları,"Muhtar Emmi!" diye çıkarlardı önüne, şehirden badem şekeri getirdi mi diye eline bakarlardı. Beni "Sultanım" diye çağırırdı yanına. Beni ayrı tutardı evdekilerden. Ablama "hayır" dediği pek çok şeyi benden esirgemezdi. Severdim babamı ama ondan çekinirdim de. Ablamla aramızda dokuz yaş vardı. Ablam Ankara'da doğmuştu. Ne tuhaf onun doğduğu hastanenin bir odasında bakıyorum şimdi bu ekrana. Eşimin arkadaşı Doktor Nihat Bey –kendisiyle yıldızımızın pek barıştığını söyleyemeyeceğim- bir yandan ekrandaki sayıların işaret ettiği şeyleri açıklamaya çalışırken bir yandan da sürecin nasıl olacağını anlatmaya çalışıyor. "Önlem alabilirsek, bugünden itibaren başlarsak..." diye zırvalıyor. Hâlbuki ben bunların hepsini biliyorum.

Bitişikteki iki katlı evde amcamlar otururdu. Babamla iki amcam tarla çapalanacaksa çapalarını, küreklerini;traktörün kasasına koyalar,tan ağarmadan yola çıkarlardı. Hasat mevsimi geldiğinde cümbür cemaat tarlaya doluşur, çardak dediğimiz barınaklarda aylar geçirirdik. Büyük amcamız Cemal'in kızı Zeynep'le aynı yaştaydık.Dördüncü sınıfa gidiyorduk. Zeynep, en iyi arkadaşımdı. Onunla harımlara gider, kuyu başlarında yakaladığımız kurbağaları eğitmeye çalışır, ağaç tepelerinden alıç armutları toplardık. Sıcak yaz günlerinde toprağa tuzaklarını kurmuş aslan böceklerine -onları nasıl yediğini görmek bizi meraklandırıyordu- bir sürü karınca atmak en büyük eğlencemizdi. Köy okulunun öğretmeni Mustafa İmranlı yazları memleketine dönmez; ihtiyaçlarını almak için şehre iniyorsa mutlaka yanımıza gelir, bir isteğimiz var mı diye sorardı. Utanır, bir şey isteyemezdik. Ablamın da öğretmeniydi Mustafa Öğretmen. Ablamı ilçedeki ortaokula götürmek istemiş, onun gelecek vadeden bir öğrenci olduğunu; babamın tarlada, bağda, bahçede kızcağıza yazık ettiğini bir türlü ona dinletememişti. Ablam iş gücüydü babam için, tarlaya sürdüğü Sarıkız'dan farkı yoktu. Pancar küspelerini ayırır, çapa yapar, yeni sürülmüş tarlaya tohum atardı. O korkunç gün olmasa benim de kaderim babamın işçi ordusunun saflarına katılmaktı elbette. Babam ablamı hep bağ bahçe işlerine koşmuş, şehirden getirdiği fotoromanlarla-bir nevi "Okutuyorum ya seni kızım!" deyip özür dilemek içindi hep bu- susturmuştu. Ablam, anneme yakınırken "Oğlu yok ya oğlu, ondan yapıyor bana bu zulmü Ceyar!" der, herkesin içinde gözlerinden yaşlar süzülmesin diye dudaklarını ısırır, geceleri içli içli ağlardı.

O gün tarladaki çardağa taşınmadan önce evdegeçirdiğimiz son gündü...

BİR SARMALA PRANGALI BİRİKMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin