sürece

345 54 34
                                    

yalan söylemişti min yoongi.


ona zarar veren sokak serserileri değil babamdı. ve babam min yoongi'yi kendi elleri ile benzetmişti. min yoongi ise babama cephe almamam için asla bana gerçekleri açıklamamıştı. o gece üstünden iki gece geçmiş, babam gece kış bahçeme geldiğini öğrenince beni odama kilitlemişti. ve şimdi başımda bana akıl veriyordu. 'o senin dengin birisi değil, sen pamuklar içinde büyüdün ve o... bir erkek.'


dolan kirpiklerimi babama kaldırdığımda burnumu çektim kabaca. babam beni kırmıyordu. aksine tatlı dille her şeyi izah etmeye çalışıyordu. biliyordum, iyiliğimi istiyordu ama yoongi'ye verdiği zararın kalbimi acıtacağını bilmiyor muydu? onu seviyordum, onunla daha mutlu bir birey olacağımın bilincindeydim. hayatıma girdiği günden beri heyecanın, tutkunun, sevmenin tam olarak ne demek olduğunu anladığım adamdı o. 


onu onayladım sadece. odamdan çekip gittiğinde camımdan aşağı indim. bahçeye vardığımda hızlı adımlarla koşarak çitten aşağı atladım. koştum, tüm gençliğim avuçlarım arasından alınıyormuş gibi koştum. ne kadar hızlı koşarsam o kadar çabuk onun kolları altına sığınırım dedim, koştum. bana mesajında gönderdiği gibiydi, beni arabasının kenarına kalçalarını yaslamış bekliyordu. her zamanki gibi yüzünde yaralar vardı, yine siyah boğazlı kazağı, deri ceketi ve diğer eşyaları ile... o min yoongi idi. her şeyi ile mükemmel görünen adam.


önünde durduğumda ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve siyah küreleri kahverengi gözlerime gururla bakarken gülümsedi. ince dudaklarını alnıma bastırdı, saçlarımdaki şapkayı yerine tekrar yerleştirip kapıyı açtı. konuşmuyorduk, heyecanlıydım. beni götürdüğü yere kadar ona bakamadan yolu izledim. kalbim içinde parçalanarak kendini dışarı atmaya çalışan bir küçük serçe heyecanla dişlerime takıldı. derin nefesler eşliğinde onunla beraber beni getirdiği evine adımladım.


asla bana ben istemedikçe fazla yaklaşmıyordu, sarılmaları bile oldukça mesafeliydi. gözlerinin içini titreterek bana bakıyor, beni seviyordu. gösterdiğim sevgiden daha fazlasına maruz kalıyordum. mutluydum. onunla oldukça mutluydum. aklımın hayalimin almayacağı kadar mutlu etmişti beni. dilim damağım tutuluyordu onun zarif hareketlerine, düşünceli hallerine karşı. babamdan kaçarak ona sığındığım için kendimi tebrik etmiştim.


bir sabah uyanmıştım, yine onun koynunda kıvrılmıştım. göğsündeki bıçak, kurşun ve sigara izleri üstüne güneş doğmuştu nazlı nazlı. siyah saçları oldukça uzamış ve ince pembe dudakları üstüne asice serpilmişti. odanın kasvetine doluşan gün ışığı eşliğinde çıplak bedenlerimize pikeyi çekmiş ve bacaklarımı koynuna iyice sığınarak kendime çekmiş, onun uyanmasını bekliyordum. parmaklarım hayali bir şekilde tatlı yüzünü gezindi, beyaz bir şeker gibiydi. gülümseyerek dudaklarımı ısırdım. kalbim göğüs kafesimi kıracakta şuracıklardan düşecekti.


gözlerini kırpıştırarak açıp ağzını şapırdattı ve bana bakındı saçlarını karıştırarak. ona gülümseyerek günaydın dediğimde babacan gülümsemesi ile 'güneşim doğmuş, günüm çoktan aymış' demişti. elimi ensesine sarıp uzayan siyah saçlarını sevmiş ve yüzümü göğsüne sürtmüş, yaralarını öpmüştüm. 'bunları babam yaptı, değil mi?' dediğimde bana anlamlı bir bakış attı. 'seni sevmenin bedeli daha ağır olmalıydı.'


bu sırada kırılan kapı ile ne olduğunu anlamamış ve üstümüze bir şeyler geçirip ayağa kalkmıştık. içeri giren adamlar yoongi'yi yaka paça aldıklarında babam içeri girmiş ve bana sarılmıştı. 'hoseok, geçti oğlum. seni kurtardım.'  iyi de ben kurtarılmak istemiyordum ki... ondan uzaklaşıp koşarak adamlarının peşine takıldım, yoongi ise babama bilmiş bir şekilde gülümsüyordu. babam karnına tekme attığında onlara ulaşmaya çalıştım ama adamları beni durdurdu. 'sana oğlumdan uzak dur dedim pis ibne, sen kimsin ki benim oğlumla ilgileneceksin?'


durmasını söyledim babama, beni dinlemedi. yine canımı yaktı, canıma zarar verdi. yoongi ise sorun yok diyordu ağlamamam için. ben iyiyim diyordu. ama onu kurtaramıyordum ve iyi değildi. sonrasında ortam daha fazla karıştı. maskeli beş kişi elindeki silahlar ile içeri girmiş ve babamın adamlarını indirerek babamı rehin almışlardı. yere düşen yoongi'ye koştuğumda nefes nefese kalmıştım. iyiydi, bana gülümsemişti. onu salona taşıdığımızda uzun olan babamın başında bekliyordu. umrumda olan tek şey ise yoongiydi. 


küçük parmakları olan bana yardım etti, sevgilisi olan uzun boyluya durumu izah ettiğinde diğer üçlü ise kendi aralarında konuşmuştu. onların yoongi'nin yakını olduğunu anlamıştım. yoongi bir süre sonra yerinden kalkmış ve hiçbir şey olmamış gibi üstünü değiştirerek bana bir teklif sunmuştu. 'babanı bırakacağım, benimle hiç kimsenin gitmediği bir yere gelir misin?' düşünmedim, çünkü giderdim. çünkü onu istiyordum, çünkü en çok onunla mutluydum.


dediğini yapmıştı. babamı bayıltmış ve arkadaşları ile bırakmıştı. bize zarar veremeyeceği, ulaşamayacağı bir yere gideceğimizi söylemişti. arabaya yerleşmiştik, uzun bir yolculuğa çıkmıştık. gittik... onu sevdiğim sürece her zaman onunla beraber mutluluğu kovalamak için gittim. beni asla bırakmamıştı. mutlu bir hayatımız olmuştu, çocuklarımız olmuş, evlenmiştikte. onu sevdiğim sürece her zaman kendimi altın gibi değerli hissetmiştim. her zaman.


buruşmuş ellerimdeki sarı laleleri mezarı üstüne koymuş ve toprağına parmaklarımı değdirmiştim. yoongi, hayat serüvenimize benden önce son vermişti. 'geleceğim, çok az bir süre sonra ben de senin yanına geleceğim min yoongi. biliyorum, beni orada da çok mutlu edersin. seni sevdiğim sürece hep mutlu ettiğin gibi.'


*

the end. -sem.

birkaç gün sonra sope - jikook - sekai texting atacağım, takipte kalın.

beni sevdiğin sürece ♠ yoonseokHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin