"Pardon bakar mısınız?" Kırmızı bir tişörtün üstüne siyah bir önlük takmış olan kadına sormuştum bu soruyu. Elindeki sigarayı yere atıp ayağının ucuyla izmariti ezdikten sonra tek kaşını kaldırıp "buyur?" dedi. Biraz çekinsemde bir başkasına sormak için bir daha cesaret toplayabileceğimi sanmıyordum. Valizimi sürükleyerek biraz daha yaklaştım. Gülümsemeye çalışarak "şey...Ben bu şehirde yeniyim de buraları hiç bilmiyorum." Elimdeki ufak not kağıdına karalanmış adresi kadına uzattım " buraya nasıl gidebilirim acaba?" Elimdeki kağıda ufak bir bakış atıp gözlerini gözlerime dikti. Koyu bir girdabı andıran gözleri içime tuhaf bir korku saldı. Yutkunarak elimi geri çektim "Neyse ben bulurum. Teşekkürler. " diyip hızla arkamı dönüp yürümeye başladım.
"Hey! Dur." Olduğum yerde durup yavaşça arkamı döndüm. Gözlerini ovuşturup işaret parmağını ileride bir yere uzattı " ilerden sağa dön orada bir otobüs durağı var. Ordan otobüse bin ve beş durak sonra in. Orada kime sorsan söyler." Gülümseyerek "çok teşekkür ederim hanımefendi. Sağolun." Arkamı dönüp yürümeye devam ediyordum ki tekrar seslendi ona doğru döndüm" efendim?" Önlüğünün küçük cebinden bir sigara paketi çıkarıp bir sigara çıkardı önündeki küçük masanın üzerindeki siyah çakmağı alıp sigarasını yaktı.
Derin bir nefes alıp dumanı nefesiyle birlikte havaya saldı. Gözleri tekrar beni bulduğunda buğulanmıştı "niye arıyorsun orayı?" Nefesimi tuttum tanımadığı birine hesap vermek tam da benim gibi bir safın yapacağı bir davranıştı. Kaşlarımı çatıp "bir işim var." Dudağının kenarı tehlikeli bir şekilde kıvrıldı " iyi. Dikkatli ol yavru ceylan. Gideceğin yer yavru ceylânlara göre bir yer değil." diyip arkasındaki aralık kapıyı öksürükleri arasında zorlukla açıp içeri girdi. Ne demek istemişti şimdi bu kadın? Allah'ım ya bir kere de karşıma normal bir insan çıksın.
Uzun uğraşlar sonucu bulmuştum sonunda aradığım adresi.
Elimdeki kağıdı kırmızı montumun cebine koyup ürkek adımlarla tuhaf iki adamın beklediği kapıya doğru yürümeye başladım. Hafif kel olan adam bir duvar kadar donuk olan gözlerini gözlerime dikerek boriton sesiyle "kimlik?" diye sordu.
Alt dudağımı ısırıp titreyen ellerime hakim olmaya çalışarak sırt çantamın fermuarını açıp cüzdanımdan kimliğimi çıkardım. Etrafa tekinsiz bakışlar atan adama kimliğimi uzattım "buyrun..." elimden kimliği alıp muhtemelen doğum tarihimin bulunduğu kısma göz atıp tekrar bana uzattı. İri cüssesini kapının önünden çekip geçmeme izin verdiğini belli etti. Küçük bir soluk alıp gümbür gümbür müzik sesinin çınladığı, rengarenk ışıkların dans ettiği koridora doğru ürkek ürkek yürümeye başladım. Yolda gelirken valizimi kaldırıma çarptığım için zaten pek de sağlam olmayan valizim patlamıştı ben de çareyi annemin büyük uğraşlarla ördüğü kırmızı atkımı feda etmekte bulmuştum. Atkımı valizime enine sarıp sıkıca bağlamıştım. İnsanların ve hatta şu anda donuk bakışlı korumaların bile tuhaf bakışlarına maruz kalmıştım. Umursamamaya çalışıp ilk kez ve muhtemelen son kez girecek olduğum tuhaf mekana çekine çekine girdim. İlerledikçe oksijen miktarı azalıyor ve geriye iğrenç bir koku kalıyordu. Burnumu kapatmamak için kendimi zor tutup uzun aralıklarla nefes almaya çalıştım.
Buraya gelme sebebim yıllar önce ben daha on beş yaşındayken üvey babam tarafından okul bahanesiyle buraya, İstanbul'a gönderilen ablamı bulmaktı. Burada olduğunu ev arkadaşı olduğunu söyleyen bir erkekten öğrenmiştim. Erkekten ev arkadaşı olur muydu hiç? Ah be abla ne halt ettin sen!Tabi bu ev arkadaşı(!) bana "ablan çalışıyor." derken ben saf saf bir kafe ya da en olmadı bir restorant falan bekliyordum ama şu an içeri girdiğim yer hayal ettiğim gibi bir yer değildi. Daha çok renk renk içeceklerin bulunduğu ve insanların tuhaf tuhaf hareketlerde bulunduğu bir yerdi. Yanlarından geçtiğim bir çiftin benim yaşımın çok çok üstünde bir sahneye geçmesiyle gözlerimi pörtletip "yuh!" demekten alamadım kendimi. Hızla yanlarından geçip kendilerinde olmadan saçma sapan salınan insanları ite kaka bir yerlere ulaşmayı umarak ilerledim.
"Hey! Bebek takılalım mı?" Ayakta zor duran gereksiz adamın yüzüne dahi bakmayıp duyabileceği bir ses tonuyla "burdan çık iki sokak ilerde." Bana tuhaf tuhaf baktığı bariz belli olan adamı takmayıp ablamı gözlerimle aramaya başladım.
"Hah? Kim, nerede?" Yürümeye başlamadan önce "belediye." diyip hala ne dediğimi anlamayan gereksizi öylece bırakıp yürüdüm.
Uzun bir tezgahın arkasında kulağına taktığı küpeyi ara sıra evirip çevirerek
Tezgahın önünde biriken insanlara değişik bardaklarda içecek veren tuhaf adamı görünce oraya yöneldim.
Zorlukla oraya ulaşınca derin bir nefes alıp "bakar mısınız bayım?" diye seslendim. Elinde kurulamakta olduğu bardağı tezgaha koyup bana omzunun üstünden bir bakış atıp tekrar işine döndü. Benim şaşkın bakışlarıma aldırmayıp arkasında duran boydan dolaba yönelip yeşil bir şişe çıkardı. Yeşil şişenin kapağını gazoz açacağı yardımıyla açıp şişedeki sıvıyı bardağa boşalttı. Bardağın içine yanında ki kase benzeri bir şeyin içine küçük küçük dilimlenmiş limonlardan bir iki parça koyup bardağı önüme doğru itti. Kaşlarımı çatıp önümdeki bardağın içindeki renkli sıvıya baktım "ne o beğenmedin mi? İçmek istiyorsan en az alkollüsünden başla. Yoksa seni fena çarpar. Tecrübe konuşuyor. " ona tuhaf tuhaf bakmayı kesip önümdeki bardağı geri ona doğru ittim "sağolun bir erkeğin verdiği bir şeyi yiyip içmemem gerektiğini öğreneli çok oldu." dememle kahkaha atmaya başladı. Kaşlarımı derince çatıp kendini bir türlü durduramayan adama tuhaf tuhaf baktım. Anlaşıldı bundan bana hayır yok. Onu öylece bırakıp arkamı dönüp yürümeye başladım "Hey hey dur dur, tamam gülmüyorum...pıhahahahah!" birde gülmemeyi becerebilsen "bak abicim ben birini arıyorum. Birsel ÇAĞAN, burada çalışıyormuş bana onun nerede olduğunu söylede sonra ne kadar gülüyorsan gül." adam sonunda kendini sakinleştirip "Birsel mi onu niye arıyorsun ki?" Gözlerimi devirip "kız kardeşiyim. Buraya yeni geldim. Evde yoktu bende buraya geldim. Eğer nerede olduğunu söylersen mümkünse kendisine hesap soracağım." Kaşlarını kaldırıp ellerini tezgaha koydu "Birsel bugün kumar kısmında çalışıyor." demesiyle çığlık attım "ne!!!" Bir kaç kişi dönüp baksada umursamadım. Adam sırıtıp "şu arkadaki merdivenlerden aşağı in kumarhane orada. Ama dikkat et yem olma." diyip göz kırpınca tezgâhın üzerindeki dolu bardağı alıp ağzıma diktim ve kesinlikle yutmadan karşımda gevrek gevrek sırıtan adamın yüzüne püskürttüm. Al sana pislik! Hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken adamın kız gibi attığı çığlıkları duyabiliyordum. Iyyyk! İğrenç bir tadı vardı o şeyin. Insanlar ne iğrenç şeylere para veriyorlar ya!
Ah Birsel seni bir bulayım gör bak sana neler edeceğim. Ulan buraya girdim gireli bende ne çekingenlik kaldı ne de korku.
