|3|

41 18 1
                                    

*Multi: Andrew Sia'ya bakıyor...

|3|

Aralık 2025

Saat ikiyi çoktan geçmiş iken, spor salonunun altında yer alan yeraltı odasında elinde broş ile Altair'in gelmesini bekleyen Helen, bir süre broşu havada atıp tuttu. İçindeki endişe, tüm benliğini kemirirken sakinliğini korumaya çalışıyordu. Avcılara yapılan tehdit barizdi. Kamera kayıtlarından bir sonuç elde edememişlerdi. Yüzü gözükmüyor ve hiçbir fiziksel özelliği onu bulmaya yetecek potansiyelde değildi.

Merdivenlerden gelen tıkırtılarla birlikte Helen son kez broşu atıp tuttu ve ayağa kalktı.

"Bay Al-Macid, elimizde bulunan tüm belgeler bunlar ve birde Helen'a bırakılan bir mektup ve broş var." diyerek Altair'in hitap ettiği kişiyi duyduğunda gerildi.

Hamid Al-Macid, dünyada çekindiği sayılı adamlardan biriydi. Babasının saygı duyduğu akıl hocasıydı ve belli ki ona babalıkta yapmıştı. Onu en son ailesinin cenazesinde görmüştü. Aradan geçen uzun yıllar ikisine de iyi davranmamıştı. Yalnız kalmasıyla birlikte, içindeki öfke ve intikam hırsı artmıştı.

Merdivenlerin bitiminde salona giren ikili ile birlikte Hamid'in üst katta bıraktığı bir ordu olduğunun farkındaydı. Helen sessizce bulunduğu yerde duruyordu.

Altair sonunda kendisini fark ettiğinde sessizce beklemeyi tercih etti.

"Helen, iyi misin?"

"Belki evet, belki hayır! Burada seni ilgilendiren bir durum yok dedecik!" diyerek Altair'e 'neden ona haber verdiğine dair' kaş göz işareti yaparken, arkadaşının omuz silkeleyip onu umursamayan ifadesiyle daha da sinirlendi.

"Saygılı olmalısın, çocuğum. Hala seni alt edebilecek gücümün olduğunu bilmelisin!" diyerek biraz tehditvari, biraz da eğlenir gibi konuşan Hamid'e küçümseyici bir bakış attı Helen. Ama adamın haklı olduğunu biliyordu. Tecrübe ve deneyimleri, gün geçtikçe artmaya devam ederken, geçen yıllara meydan okumuşçasına karşısında dikiliyordu. Yaşlılık belki de onun için sadece bir terim gibiydi.

"Yıllar sonra neden tekrar görünme ihtiyacı hissettin ki?" diye konuştuğunda yavaş yavaş sinirlendiğini hissediyordu. Gündüz vakti başına gelen esrarengiz olaylardan sonra elde edemediği bir dizi sonuç yetmezmiş gibi, şimdi de yıllarca görmediği ve söz veripte yanında bulunmayan adam gelmiş kendisine ahkam kesiyordu.

"Sen kuyruğunu kıstırıp köşende kalmalıydın!" diye bağırdı en sonunda Helen! Kendisini ve öfkesini yok sayarak deri koltuklardan birine oturan Hamid ile birlikte Helen, sinirle homurdandı ve Altair'e döndü.

"Ben gidiyorum, onunla aynı ortamda olmayacağım!"

Merdivenlere doğru ilerlediğinde, arkasında duyduğu bariton ve öfkeli ses ile birlikte olduğu yerde bekledi.

"Otur küçük hanım! Konuşacaklarımız var." diyen Al-Macid ile birlikte Helen, yavaşça arkasını merdivenlere dönüp kollarını göğsüne bağladı.

"Benim yok! Senin vaazlarını dinlemeyeceğim, Tanrı'nın erdemli kulu."

"Tehdit edilen sensin Helen! Bu işi neden dalgaya alıyorsun?"

Altair'in sözleriyle birlikte, tekrar öfkelendiğini hissetti. Tehlikede olduğunu biliyordu. Bütün gün burada olmasının nedeni de buydu. Ne olacağını, kişileri ve hamleleri, bilmiyordu. Kapana kısılmıştı ve kısıtlanmıştı. Bu durumdan nefret ediyordu.

"Dalgaya almak mı? Korkuyorum! Sizin için ve diğer avcılar için. Ama ona ihtiyacımız yok! Sözünde durmayan insanlara güvenmem." diyerek Hamid'e baktı. Yaşlı adamın mimiklerinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Fakat Helen'in yüzünde okunan tek bir ifade vardı. Hayal kırıklığı. Sonra da mırıldar gibi konuştu. "Güvenmemeyi öğrendim."

AVCIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin