bir gün bana "gitme" dedi. ama hep böyle derdi. "yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek. bu şarkıdan iki şarkı sonra." hiçbir keresinde bırakmazdı beni. iyi, tamam, oynadık, bitti. dönüşte yine oynarız. dinlemezdi. "bak şimdi. bu çerez tabağını dökeceğiz. leblebiler saatmiş, üzümler dakika. fındıklar günmüş ama. sayalım, o kadar sonra git." pazarlık ederdim, "fındık gün değilmiş. leblebi saat. ona tamam "peki" derdi. sonra aniden nerden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp "peki, bu yılmış. yıl olsun" derdi. "yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış."
üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. tek şamfıstık. o yüzyıldı. o ölümün geldiği zamandı. onu pek tartışmazdık. onu açar, yarısını yer, yarısını bana verirdi. sonra öpücük balığı ve ayrılık.
masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bi kadın var. o hep var nevizade sokağında. elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avcundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor. cebimden para bulup kadına uzatıyorum. aklımda zamanın en acı tadı, "peki, kaç leblebi var bunun içinde teyze?" diye soruyorum. kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; "delirdin mi sen?" diyor. gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avcumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seyirtiyor.
az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor. öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor. benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer. uzaklarda küçücük bir çocuk, uyuklamış ninesini sarsıp "bana masal anlat." diye ağlıyor.
•••
bu evrende cennet ve cehennemi yaşayıp, koşarak kıyametinizi engellemek için kapandığınız dizlerim hareket etmeye başladı. duramam, zihnimi kirlettim bir kere. kusursuz giysileriniz, çizilmiş yüzleriniz, uzaktan hoş ama yaklaştıkça leş kokan bedenlerinize sarıldım. saklandığınız ve sakladığınız tüm gerçeklerinize gözlerimi kapattım. konuşmamak için kırdığım dişlerim, ısırdığım dilim, sımsıkı kapattığım ağzım ile yalanlarınıza ortak oldum. canım yanıyordu, kaçmak istiyordum, kırılmanızı istemiyordum, öfkenizden korkuyordum. en az sizin kadar kötüyüm. karşınızda bir küfür gibi, aynanız oldum. ama bak paramparça, ama bak ılık ılık akıyor ağzımdan kan, gözlerimde yangın, ellerimde ölüm titrekliği var.⠀⠀
bir yalnızlık var kalabalığın arasında benim içimde. çevremdeki herkes yabancı sanki, olmamam gereken yerlerden birinde daha öylece ayakta dikiliyorum. çevreyi incelemek beni sıkıyor ancak yapabileceğim başka bir şey yok. bir de buna düşünmek ekliyor kendini. geçmişi, şimdiyi ve geleceği. yaptıklarım, yapmadıklarım, yapamadıklarım. her zaman da böyle olacak zaten; dün, bugün ve yarın gibi. üç temel kavram bırakmıyor peşimi.
geleceği bilebilseydim mutlaka bir virgül
koyardım yaşananlara. geçmişi unutabilseydim
şimdiye olan inancımla uyanırdım bir sonraki sabaha. yapabilseydim susuşlarıma hepsini eklerdim. yapabilseydim eğer, sadece beklemekle yetinirdim. belki o zaman bir mânâ kovalayıp durmaktan öteye gidebilirdim, o zaman her şeyi anlayabilirdim. kelimeleri toplasam cümle kursam ve anlamlarından
utansam belki seslenebilirdim bu geniş ovadan oranın dar sokaklarına. olgunluk boynuma çöküp başımı öne eğseydi mutlaka çıkardım sokağına.gökyüzüne ismi kazınmış bir yıldız yer yüzünde ne kadar yaşayabilir nefes alabilirdi?
genç adam artık nefes alamaz olmuştu ve artık gerçekten ait olduğu yere gitmek istiyordu. ancak daha kendine hiçbir şekilde yardım edemezken ölümün soğukluğuna kendini bırakabileceğinden emin değildi. her şeyden önce zâten bunda bile başarılı olamamıştı ki. belki de tanrı daha fazla canından can almak istiyordu. ağır ağır, ızdırap çektirerek. genç adamın günahlarının bedeliydi belki de bu. az çektirmemişti bir başka cinslerine. kendi cehenneminde kavrulurken başkalarını da yanında götürmüş alevlerin arasına atmıştı.
çakmak gazını bilerek koklamak gibiydi bu adama yaklaşmak. hem kafa yapar, seni güzelleştirirdi hem de ölüme sürüklerdi. belki de gelecekte o gökyüzünde ki yıldız olacaktı, peki o zamanda birileri yine onunla gelecek miydi?
doğum yalnızdı, ölüm yalnızdı. peki o zaman ne yapacaktı? genç adam korkuyordu aslında. tamamen yalnız kalmaktan. ancak bilmiyordu ki zaten yalnızdı, birkaç kişiyi bile gönlünde yer etmiş yalnız kalmamaya çalışmıştı. fakat alışmıştı ancak bundan bile bihaberdi. genç adam kendi varlığından bihaberdi.
genç adam sevdiceğine söylediği sözleri hatırladı:
"senin saçının, kaşının hatta ve hatta kirpiklerinin her telinde, başka bir mucize yatıyor. sen hayatıma girdiğinden beri, içimde kuruyup gitmekte olan ağaçlar, şimdi renk renk çiçekler açıyor. ve sen, sen benim hayatımda olduğun sürece içimde büyüyen ağaçlarım dalına kuşlar, çiçeklerin üzerine bal arıları konmaya devam edecek."
şimdi tekrardan agaçları kuruyor, çiçekleri soluyordu.
ve jeongguk,
son kez baktı sevdiği adamın suratına, son kez çekti kokusunu içine, son kez özledi.
ve son kez dokundu adam, sevdiği adamın tabutuna.•••
"masallar biter mi?" biter. arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.
zehirlinecek denizler, ağlatılacak çocuklar. işiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
öpücük balığı ve ayrılık
Fanfic"bak şimdi. bu çerez tabağını dökeceğiz. leblebiler saatmiş, üzümler dakika. fındıklar günmüş ama. sayalım, o kadar sonra git." sonra aniden nerden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp "peki, bu yılmış. yıl olsun" derdi. "yüzyılmış tamam mı...