1. Bölüm

179 11 6
                                    

    Dilruba'nın Hikâyesi      
 
                                       İstanbul, 1915

 Sabah güneşinin sarı ışıkları panjurun sert bir şekilde kaldırılması ile odaya süzüldü ve Dilruba'nın uzun kumral kirpiklerine vurdu. Genç kız gözlerini sıkıca kapattı ancak ışıklar onu rahatsız etmeye devam ediyordu. Hırsla ipek mavi yorganı yukarı çekti. Uyumak istiyordu. Ancak dadısı onun bu masum isteğini yerine getirmemekte kararlıydı.

"Uyan artık küçük hanım. Paşa babanız sabah namazından döndü. Kahvaltı için sofada sizi bekliyor."

 "Dadıcığım ne olur bırak beni biraz daha uyuyayım." diyerek mızmızlanmaya devam etti.

"Ne uykusu böyle? Bütün gece beşik mi salladın?"

"Hayır bütün gece kitap okudum." dedi ve yorganın altından başını çıkardı.

Kıpkırmızı gözlerini gören dadı şaşkınlıkla "O güzel gözlerine yazık değil mi kızım? Bu kadar okuyup alim mi olacaksın?"

"Öyle deme dadı sen de okusan meraktan bırakmazdın. Öyle heyecanlıydı ki." dedi ve yastığının altından kalın ciltli bir kitap çıkardı.

 Üzerinde Osmanlıca harfler ile 'Halit Ziya Aşk-ı Memnu' yazılıydı. Dadı "Benim okumam yok. Sen  anlat bakalım kızım. Adnan Bey zevcesi Bihter'in onu yeğeni ile aldattığını öğrendi mi?"

"Hayır daha öğrenmedi. Bu gece okumaya devam edeceğim."  Konuşmalarına devam edecekken aşağıdan Cevat Bey'in sesiyle irkildiler. Heyecanlı konuşmaları yarıda kesildi.

"Zeynep hanım kahveyi Yemenden mi getiriyorsun?" Cevat Bey'in sesi sinirli geliyordu.

"Geliyorum beyim." diyerek hızlıca odadan çıktı. Uykusu kaçan Dilruba yatağından kalktı.

 Odadan küçük bir bölmeye ile ayrılan banyoya yöneldi. Yüzünü yıkadıktan sonra eline tahta tarağını alıp odaya geri döndü. Ahşap aynanın önüne oturdu ve uzun dalgalı kahveye çalan saçlarını taramaya başladı. Aklına sadece eski yırtık bir fotoğrafta gördüğü annesi geldi. Onun da uzun kahveye çalan dalgalı saçları vardı. Zaten ne zaman saçlarını taramaya başlasa aklına annesi düşerdi. Hiç görmediği hiç koklamadığı hiç kucağında uyuyamadığı annesi Ayşe hanım. Dilruba'yı doğururken ölmüştü. Abisi Behruz o zamanlar üç yaşındaydı. İki yetimi Zeynep hanım büyümüştü.

 Dadıları Zeynep Hanım İstanbul'a Anadolu'nun ücra bir köyünden kocası ile gelmiş bir kadındı. Zeynep Hanım'ın çocuğu olmayınca eşi üzerine kuma getirmişti. Kocası için memleketinden ayrılıp gelen bu cefakar kadın olaydan sonra evi terk etmiş. Uzaktan akrabası olan Ayşe hanımın yanına sığınmış ve yıllarca onun çocuklarına annelik yapmıştı. Yetim çocuklar annelerinin eksikliğini hissetmesin diye elinden geleni yapmış, bir dediklerini iki etmemişti. Behruz'un şehit olduğu haberini alınca sanki kendi oğlu ölmüş gibi günlerce karalar giyinmiş ve yas tutmuştu. Cevat Bey ise çocuklarının disiplinli yetişmesi için en iyi okullara göndermiş, hocalar tutmuştu. 

 Genç kız dalgın dalgın saçlarını taradıktan sonra ayağa kalktı. Üzerindeki uzun beyaz geceliğini çıkarıp koyu yeşil gömleğini ve siyah uzun eteğini giydi. Gıcırdayan tahta merdivenlerden aşağı indi.

Babası çoktan kahvaltısını yapmış. Kahvesini içiyordu.

"Günaydın  babacığım" diyerek onu iki yanağından öptü.

 Eskiden olsa çocuklarının geç uyanmasına sinirlenen Cevat Bey kızına sadece gülümsedi. Oğlu bir yıl önce Kafkas cephesinde şehit düştükten sonra bazı huyları değişmişti. Eski bir Osmanlı nazırı olan Cevat Bey Behruz'un acı haberini aldığında hiç ağlamayan baba hüngür hüngür ağlayarak kızına sarılmıştı. O günden sonra hayatta tek gayesi Dilruba'yı mutlu etmek ve hayırlı bir kısmet bulup gözünün arkada kalmamasını sağlamaktı. Bu yüzden Dilruba ne yaparsa yapsın ona kızmaya ne dili ne gönlü el veriyordu.

Aşk-ı PayidarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin