3. Bölüm

75 7 8
                                    

Dilruba'nın Hikâyesi

İstanbul,1915


 Bütün geceyi kabuslar içinde geçiren Dilruba sabah ezanı ile uyandı. Yatağından kalkıp banyoya yöneldi. Abdest aldı. Nakışlı namazlağı serip sabah namazını kıldı. Ardından dua etmeye başladı.

"Allah'ım cihan harbinde askerlerimizi muzaffer eyle. Düşman çizmeleri ile aziz vatanımızın, kutsal topraklarımızın çiğnenmesine izin verme. Behruz ağabeyim ve bütün şehitlerimizin ruhunu şad eyle. Amin." dedi ve göğe doğru uzattığı ellerini yüzüne sürdü.

 Bu sırada ev içi de hareketlenmeye başlamıştı. Babası ve dadısı da uyanmış, sabah namazlarını kılmıştı. Üzerine kahverengi uzun eteğini ve yakası dantelli beyaz gömleğini giydi. Saçlarını taradı ve sıkıca tepeden topuz yaptı. Ardından odasından çıkıp sofaya indi. Dadısı onu görünce şaşırdı.

"Küçük hanım siz erken uyanır mıydınız?" diyerek alaya aldı.

"Hiç uyuyamadım ki dadı kalfa." dedi bir yandan da esniyordu.

"Esneme kızım sofranın başında. Bereketini kaçıracaksın. Söyle bakalım neden uyuyamadın yoksa kitap mı okudun?"

"Şu savaş işi canımı sıkıyor. Vatanın erkekleri cephede bizim de cephe gerisinde bir şeyler yapmamız gerekiyor."

 O sırada babasının sesini işitti.

"Doğru söylüyorsun kızım. Bizim gibi yaşlıların ve kadınlarımızın dua etmekten başka yapacak neyi var? Dualarımızı eksik etmeyelim." Masaya oturdu. Dilruba babasının bardağına çayını doldurdu. Sessizlik içinde kahvaltılarını yaptılar. Dilruba daha fazla konuyu uzatmak istemedi. Babası ağabeyi Behruz'un ölümünden sonra çok hassas olmuştu. Dilruba kendi başına bir çare düşünmek zorundaydı.

 Kahvaltıdan sonra Dilruba ve dadısı hazırladılar. Vapura binip İstanbul'a geçtiler. Akşama komşuları Şükrü Bey, eşi Fatma Hanım ve kızları Müjgan ile Cavidan gelecekti. Birlikte oturup sohbet edeceklerdi. Bu nedenle Dilruba çok mutluydu. Bütün gün köşkte oturmak canını sıkıyordu. Müjgan'ın eşi Murat Kafkas cephesinde ağabeyi Behruz ile savaşmıştı. Genç kız mutlu bir şekilde eşinin eve dönmesini beklerken bu kez de Çanakkale cephesine gönderildiğini öğrenmiş. Günlerce ağlamıştı. 

 Cavidan'ın ise hikayesi daha hüzünlüydü. Dilruba ile aynı yaşta olan genç kız çocukluktan beri Behruz'a aşıktı. Behruz da onu çok seviyordu. Bir yaz akşamı kiraz ağacının altında birbirlerine aşklarını itiraf etmişlerdi. Aileler de durumu biliyor, çocukların bir an önce evlenmesini istiyordu. Ancak savaşın çıkmasıyla Behruz ülkenin bir ucu olan Kafkas dağlarında binlerce Mehmetçikle donarak şehit düşmüştü. Bu acı olay Cavidan'ın ağır bir melankoli geçirmesine sebep olmuştu. Aylarca odasında çıkmamış, kimse ile görüşmek istememişti. Eve her gün bir tabip geliyordu. Ancak genç kızın hastalığı bir gönül hastalığı idi ve tedavisi tabiplerde değildi. Bir yılın sonunda genç kız yeni yeni odasında çıkmaya başlamıştı. Şimdi ise Behruz'un evine gelmek onun için büyük bir adımdı.

 Dilruba ve Zeynep Hanım evin mutfak ihtiyaçlarını aldıktan sonra bir Fransız pastanesine girip oturdular. Dadısı burada oturmaya utanıyordu.

"Güzel kızım bizim böyle yerlerde ne işimiz var? Baksana hiç Müslüman kadın var mı? Hep Frenkler oturuyor." diyerek peçesi ile yüzünü sıkıca örtüyordu.

"Dadıcığım alış artık. Türk kadının ne farkı var Batılı kadınlardan? Bizim de rahatça caddelerde gezip bir pastanede oturmak hakkımız değil mi?"

Aşk-ı PayidarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin