1.bölüm

44 3 15
                                    

Küçük bir kız çocuğu düşünün. Daha 9 yaşında. Başını yaslamış duvara, bal rengi gözlerindeki ışıltılarla gökyüzünü izleyen minik bir kız. Hüzün nedir, acı nedir bilmeyen küçük bir çocuk. Yıldızları izleyebilmek için uykuya direnen kızımız bilseydi bir gün uykunun ondan gideceğini, direnirmiydi bu yaşında o huzurlu uykuya.
Düşünsenize hayatındaki tek acı düştüğünde dizlerine batan taşların acısı. O da annesinin sarılmasıyla geçiyor ki zaten. Ne bilsin kalbinin acısını annesinin sarılmasının bile geçiremeyeceğini. Hangimiz tahmin edebildik ki o bilsin. Daha minicik o. Masum, günahsız.

Uslu bir kız o. Melek annesini üzmez. İlk aşkı olan babasının prensesi o. Çikolatalı şeyleri çok sever. Severdi. Sütünü içip masalını dinlemeden uyuyamazdı.

Bir kış günü oyuncak bebeklerinin üşüyeceğini düşünmüş, yatağına yatırıp üstlerini örtmüş, kendine yer kalmayınca da yerde yatıp hasta olmuş masum bir çocuk o.

Resim çizmeyi çok sever bu ufak kız. Siyah uzun saçlarıyla annesini, uzun boyu mavi kazağıyla babasını çizer. Ortalarında da yeşil elbisesiyle kendisi annesiyle babasının elini tutmuş. Mutlular. Gülüyorlar bütün resimlerde.

Yağmur yağdığın da bulutlar ağlıyor diye ağlayan, mutlu olsunlar diye her yağmur yağdığında babasına aldığı balonlardan şişirtip gökyüzüne bırakan bir kız o.

Ne kadar kedilerden korksa, yaklaşamasa bile her gün annesinden aldığı ekmekle sütü bahçelerine bırakan yufka yürekli bir kız.

Saçlarını çok seven, her gün farklı tokalar takan bir kız.

Uyumadan önce '' ne olur yarın da yıldızlar gitmesin'' diye dua'nın ne olduğunu bile bilmeden dua eden bir kız.

Çizgifilm izlemeye bayılan bir kız.

Annesiyle meyveli pasta yapmayı çok seven bir kız.

Odasının duvarlarına babasıyla çiçekler çizen bir kız.

Bu küçük kız büyümeye, büyüdükçe hayatı değişmeye başlamış. Çizdiği o resimlerdeki mutlu ailenin üzerine ağlayan bulutlar gelip akıtmışlar gözyaşlarını. Anlamış kız çocuğu. Bulutlar insanlar agladığı için ağlıyormuş meğer.

Sonra bir gün...
Annesiyle o meyveli pastadan yapmamışlar bir daha.
Babasıyla duvarlara resim çizmiyorlarmış.
Masal da anlatmıyorlarmış artık ona.
Ne olduğunu anlayamıyordu. Ne değişmişti ki? Annesini mi üzmüştü? Yoksa babası mı kızmıştı ona?
Ama o uslu olmuştu. Tabağındaki bütün yemekleri bitirmiş, oyun oynarken üstünü de kirletmemişti.

Babası neden eve akşamları yemek yediklerinde gelmiyordu artık. Annesi saçlarını kesmişti, ama çok güzellerdi neden kestiğini anlayamadı.

Zaman böyle akıp gitti. Günler, aylar, yıllar geride kalmıştı.

Kızımız artık çocuk degildi. Hatta bir kaç saat sonra reşit oluyordu. Hayır hayır doğum günü partisi yapmıyordu genç kızımız. Neden mi? Arkadaşları yoktu yanında. Çünkü artık konuşmuyordu onlarla. Annesi, babası da yoktu. Unutmuşlardı doğum gününü.

Düşüncelere daldı genç kız. Hayatının laneti olan o iki geceyi düşündü.

İlkinde orta sondaydı. Okuldan eve gelmişti. Annesinin dizüstü bilgisayarından ödev yaparken şarjı bittiği için yarım kalmıştı ödevi. Babası evdeydi. Onun telefonundan yapabilirdi. Babasından telefonunu isteyip ödevini yapmaya devam ederken mesaj sesi geldi. Bildirim panelinde yazan yazıları gördüğünde ne olduğunu anlayamadı. Mesajları açıp okumaya başladığında gözlerinden yaşlar birer birer damlıyordu. Ne yani, babası annesini aldatıyormuydu. Hala inanamıyordu okuduklarına. Hemen telefonu babasına götürüp odasına girerek kapıyı kapatıp kilitledi. Çöktü kapıya yaslanarak yere. Ne yapacaktı şimdi. Annesi biliyormuydu acaba. O yüzden mi kavga ediyorlardı sürekli. Nasıl yapardı babasi böyle bir şeyi. Neden yapardı!

O gün genç kızın babasına olan sevgisi koca bir nefrete dönüşmüştü. İlk aşkı olan babası en büyük acısı olmuştu o gün. Güveni kırılmıştı. Yıkılmıştı.

Fakat daha bitmedi kızımızın acıları. 16 yaşındaydı. Annesiyle babasının kavgalarına dayanamamış dolaşmaya çıkmıştı. Hava karanlıktı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Telefonunu almamıştı evden çıkarken. Genç kız eve dönmeye karar verdiğinde adımlarını geldiği yönün tersine çevirdi. Yavaş adımlarla ilerlerken kestirme olan ara sokağa saptı. Bir süre sonra arkasından adım sesleri geldiğini farketti. Başta önemsemese de ayak sesleri kesilmemişti. Hızlandırdı yürüyüşünü. Adım seslerinin de hızlanmasıyla korkarak koşmaya başladı. Arkasındaki kişi de onunla beraber koşmaya başlamıştı. Korkuyordu genç kız. Hayatında hiç korkmadığı kadar çok korkuyordu. Ayakları birbirine dolanıp yere düştüğünde gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Kalbi göğüs kafesini delercesine çarpıyordu. Bileğine dolanan elle çığlık atmaya başladı. Kollarını kurtarmaya çalışıyordu fakat kurtulamıyordu. Ağlaya ağlaya, çığlıklarla yardım istiyordu. Kimse duymuyordu sesini. Adam genç kızı sürükleyerek 2. Katı tamamlanmamış inşaata götürmeye başlamıştı. Çırpınıyordu. Ağlıyordu. Tepiniyordu. Fakat o gün kurtulamadı adamdan. Ne kadar denese de gücü yetmedi.

O gün o adam genç kızın ruhunu öldürdü. Kâbuslarının baş kahramanı oldu. Hayatının en güzel yıllarının katili oldu. Bileklerini kesti kız. Ölmek için değildi belki bileklerinin acısı kalbinin, zihninin çektirdiği acıyı bastırır diyeydi. Hayır ama geçmiyordu. Silinmiyordu bedeninden o adamın dudakları. O iğrenç sesi kesilmiyordu. Zihninde yankılanıyordu.

Bir gün artık sona yaklaşmıştı genç kızımız. Çıktı binanın tepesine. Hangi bina mı? O adamın ruhunu öldürdüğü bina. Kâbusu olan bina!
Elinde balonlarıyla gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Ağlıyordu gökyüzü. Biliyordu. Onun için ağlıyordu bu gün. Ellerindeki ipleri yavaşça bırakırken gokyüzünde süzülmeye başladı balonlar. Dağıldılar şehrin her bir yanına.

Ve kız adım attı sonsuzluğa. Adım adım gidiyordu ölüme. Her adımda daha sesli ağlasa da artık her şeyin biteceğini bilmek tebessüm oluşturmuştu yüzünde. Ve boşluğa bıraktı kendisini güzel kızımız.Sonsuz huzura.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 31, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İsyanım KendimeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin