Dolabın üzerinde duran yılların tozunu almış bavuluma uzandım ve kulpundan güçlükle kavrayıp onu yatağın üzerine bıraktım. Nevresimlerimin üzerine toz bulaşması beni birkaç saliseliğine huzursuz hissettirmiş olsa da, ben geri dönene kadar zaten evin her yerinin büyük bir toz bulutu kaplanmışçasına olacağını bildiğimden, bu durumu pek de umursamadım. Uçağımın havalanmasına yaklaşık olarak 6 saat vardı ve dış hatlar olduğundan en az 2 buçuk saat öncesinde orada olmam gerekiyordu. Fakat ben bavulumu akşamdan hazırlamak yerine şimdiye bırakmıştım. Orada 9 ay geçirecek olmama rağmen yanıma sadece bir tane büyük bavul almayı planlıyordum. Gereksiz eşyalara tahammül edemeyecek kadar düzene takık bir insan olmak zor olsa da, öyleydim işte. Şimdiden Kore'deki yurdumun dolabını düşünmek tam bir çılgınlıktı.
Bir saat içinde bavuluma 3 parça pantolon, 4 tane sweatshirt, 4 tane tişört, bol miktarda çorap ve iç çamaşırı koymuştum. Bavulda en sevdiğim kitapların sayısı kıyafetlerimin sayısını geçiyordu. Ek olarak not defterim, anı defterim, çizim defterim, boyalarım, çeşit çeşit kalemlerim ve okuma gözlüğüm de olması gereken yerdeydi. Her şeyin tam ve eksiksiz olduğuna emin olduktan sonra montumu giyip, sırt çantamı sırtıma takıp bavulu küçük evde sürüklemeye başladım. Her ne kadar yıllardır bu anı bekliyor olsam da evimden bu kadar uzun bir süre ayrı kalacak olmak içimde bir burukluk hissetmeme sebep oluyordu. Balkon kapısının ve pencerelerin kilitli, prizlerin boş ve muslukların kapalı olduğuna bir kez daha emin olduktan sonra dışarı attım adımımı. Kapıyı çekip üç kere kilitledikten sonra elime telefonumu alıp bildiğim bir taksicinin numarasını çevirdim.
Yaklaşık 45 dakika sonra havalimanındaydım. Taksiciye teşekkür edip parasını ödedikten sonra bir hayli yoğun olan kalabalığın arasından giriş kapısına doğru ilerlemeye başladım. Buraya ilk gelişimdi. Kore'den buraya taşındığımız esnada henüz 14 yaşındaydım ve başka bir şehre inmiştik. O zamanlar arkadaşlarımdan ayrıldığım için sürekli ağlıyor ve geldiğimiz bu yeni ülkeden nefret ediyordum. Çok sürmeden babamın işi dolayısıyla geldiğimiz Lion'dan, şuan yaşadığım yer olan Nice'e taşınmıştık. Yıllar birbirini kovalarken bu ülkeye alışmak zorunda kalmıştım. Burada yeni arkadaşlıklar edinmiş, kendi hayatımı kurmuş ve eğitimimin en başarılı yıllarını geçirmiştim. Tüm bunlar yaşanırken ailem tarafından yalnız bırakılmıştım. Annem babam ve kardeşim babamın asla bitmek bilmeyen iş sevdasından ötürü bu defa da Hollanda'ya taşınmak zorunda kalmışlardı fakat ben gitmek istememiştim. Kendi çabalarım ile geldiğim okulu bırakmak ahmaklık olurdu. Şimdi, 3 yıldır Nice'de tek başıma yaşıyorum ve okulumun son yılını Kore'de okuyabilmek için fazlasıyla çabaladım. Sınavı kazandığımda ve kendi ülkeme gitme fırsatı bulduğumda dünyanın en şanslı insanı olduğumu düşünmüştüm. Ki, hâlâ öyle düşünüyorum. Havalimanından içeri girip, güvenliklerden geçerken düşündüğüm tek şey çocukluk arkadaşlarımın nerede olduklarıydı. Onları tekrar bulmak için elimden geleni yapacağım konusunda kendime çoktan söz vermiştim. Bu yüzden, bir an önce uçağa binmek ve Kore'ye ulaşmak istiyordum.
-
Günün yarısından fazlasını alan uçuş süresince bir dakika bile uyuyamamış, camdan dışarıyı seyretmiştim. Bembeyaz bulutlar 5 saatin ardından görünmemeye başlasa da bu defa aya ve yıldızlara bırakmıştı yerini. Zaman zaman sırt çantamdan çıkardığım minik not defterime parlayan yıldızların koyu lacivert gökyüzü ile buluşma anını çizmiş, zaman zaman kulaklığımı takıp hüzünlü şarkılar dinlemiştim. Yanımdaki, önümdeki herkes, hatta hostesler bile ara ara uyurken benim tek yaptığım etrafımdaki her şeyi en ince ayrıntısına kadar incelemekti. Kalbim adeta heyecandan ve mutluluktan pır pır atıyordu. Pilotun bir saat içinde Seoul'de olacağımıza dair anonsunu duyduğumda yerimden kımıldamış ve beklemeye başlamıştım. Ve sonunda o bir saat geçmiş, uçağın tekerleri Seoul'e gürültülü bir şekilde değmişti. Şimdi, önümdeki 9 aylık yaşamın öyküsünü yazmaya başlayabilirdim.