Arabadan zorla indirilirken nefes nefeseydim, gözlerim ise birazdan gireceğimizi tahmin ettiğim büyük kapıdaydı. Olanları anlamlandırmaya çalışırken tüm bedenimi yorgun düşürecek bir beyin fırtınasının içindeydim. Bu adamlar kimdi? Neden beni kaçırıyorlardı? Benden istedikleri neydi? Babamla bir dertleri vardı da, beni mi kullanacaklardı? Burada ne kadar kalacaktım? Ölecek miydim yoksa yaşayacak mıydım? Hayatta en nefret ettiğim şeylerin başında kafamda soru işaretlerinin kalmasıydı ve şuan tonlarca soru işareti dolanıyordu beynimde. İçeri girdiğimde ne ile karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Beni bir odaya kapatacak ve hapis hayatı yaşatacaklardı. Bu basit bir şeydi.
Bu düşünceler içinde boğulurken beni sürükleyen adamlar kapının önünde durdu ve benim koluma girmiş olan ise zili çaldı. Bu içeride bir ailenin yaşıyor olduğu hissini vermişti sebepsizce. Sadece birkaç saniye geçtikten sonra kapı yavaş bir şekilde açıldı ve kısa boylu, yüzünde ifade bulunmayan bir çocuk karşıladı. Benim yaşlarımda gibiydi fakat biraz daha cılızdı. İlk başta gözlerime acıyan gözlerle bakmıştı, ardından hiçbir şey demeden geri çekildi. Kolumu tutan adam ve bavulumu getiren adamla birlikte içeri girdiğimizde serbest kalmıştım. Bir anda arkamı döndüğümde ise az önce bizi karşılayan çocuk tarafından kapının en az 3 kere kilitlenme sesini duymuştum. Ardından derin bir nefes alıp önüme döndüm. Koskocaman bir salondu. Lüks mobilyalar vardı ve çoğunluğu altın sarısı renkteydi. Siyah televizyon ünitesi, köşede duran en az 12 kişilik siyah yemek masası ve yukarı doğru kıvrımla çıkan iki büyük merdivenin bitiminde duran bir aslan ve bir de çita heykeli bu mobilyaların ihtişamını katlıyordu. Her duvarda ünlü ressamların tabloları vardı ve yerler parlıyordu. Aklımdaki soru işaretleri katlanırken yutkundum ve bu sessiz evde yankılanan gür ses ile irkildim.
"Kihyun, onu Minhyuk'un odasına çıkar. Ona öğretmen gereken şeyleri biliyorsun."
Az önce bize kapıyı açan çocuğa söylemişti bunu. Bavulumu kapının yanına bırakan adam ise çoktan ortalıktan kaybolmuştu. İsminin Kihyun olduğunu öğrendiğim kişi, az önce ona emir veren adam da ortadan kaybolduğunda bir eline bavulumu alıp diğer eliyle kolumu tuttu fakat ben yerimden kımıldamamıştım.
"Ne oluyor? Burası neresi? Benden ne istiyorsunuz? Artık birisi bana bir şey söyleyebilir mi? Para istiyorsanız verebilirim."
Kihyun bu söylediklerime hiç tepki vermemiş ve beni zorla çekmeye devam etmişti bir yandan normal bir tonda söylenirken.
"Sessiz ol. Eğer gürültü yaparsan ceza alırsın. Odana çıktığımızda her şeyi anlatacağım. Yürü."
Beynimdeki karmaşa ile kaderime razı olmak zorunda kalmış ve onu takip etmiştim. Geniş merdivenlerden birinden yukarı doğru çıkmaya başladığımızda, üst katın da en az giriş kat kadar büyük ve geniş olduğunu fark etmiştim. Burada en az 7 tane oda vardı ve hepsinin de kapısı kapalıydı. Bu kocaman ev o kadar sessizdi ki saniyeler geçtikçe ürkmeye devam ediyordum. Geniş koridorda soldan 3. odanın önüne vardığımızda Kihyun kapıyı çalmadan içeri girmişti. İçeride iki yatak, bir tane boydan boya kitaplık ve köşede de giyinme odasına benzer bir yer vardı. Duvarlar neredeyse tamamen uzay fotoğrafları ve çeşitli çizimler ile doluydu. İnsan portreleri, anlamsız figürler, kedi veya köpek çizimleri. Her şey fazlasıyla ilginç geliyordu bana. Kapının solunda kalan yatakta, yorganın altında birinin olduğu belliydi. Beyaz nevresim kırışmış ve altındaki beden resmen içinde kaybolmuştu. Kihyun kolumu serbest bıraktığında o tarafa doğru seslendi.
"Minhyuk, uyan ve yeniye selam ver."
Yatağın içindeki beden uyuşuk tavırlarla hareketlendikten sonra yorganı üstünden çekmiş ve oturur pozisyona gelmişti. Işıktan dolayı gözlerini birkaç kez kırpıştırmış ve ilk Kihyun'a, sonra bana bakmıştı. Sarı saçları dağılmış, üstündeki geniş yakalı tişört bir tarafa doğru kayarken köprücük kemiklerini ortaya çıkarmıştı. O da benim yaşlarımda gibi duruyordu. Birkaç saniye öylece bakışmadan sonra dudaklarını kıpırdattı.
"Hoş geldin demek isterdim ama bu, bu evde söylenebilecek komik bir kelime. İsmin ne?"
"Changkyun."
Kısa bir şekilde cevapladığımda Kihyun sırtıma iki kere hafifçe vurmuştu.
"Eşyalarını boş yatağın kenarındaki dolaba yerleştirebilirsin. Kıyafet olanları değil, kıyafetler için giyinme odasındaki askılıkları kullan. Düzenli olman gerekiyor, unutma. Bir saat sonra gelir ve neler olduğunu anlatırım. Yapmam gereken bir ton iş var. İyi şanslar size."
Bir şey söylememe fırsat vermeden kapıyı açmış ve gitmişti. O an, bu büyük odanın içinde küçüldükçe küçülmüştüm. Bunun bir kabus olması için dua ederken Minhyuk'un sesiyle irkildim.
"Otursana. Sana görev verilene kadar dinlen bari."
"Ne görevi?"
"Öğreneceksin. Keşke öğrenmek zorunda kalmasan ama artık sen de bizdensin."
"Neler oluyor? Artık öğrenmek istiyorum, kafayı yiyeceğim."
"Öğreneceksin, Changkyun. O zamana kadar bana biraz kendinden bahsetmeye ne dersin? En son birileriyle sohbet etmeyeli sanırım 8 ay falan oldu. Benimle sohbet eder misin?"
O an kalbimin ve beynimin acısı birbirine karışınca, tek yapmak istediğim kendimi cimciklemekti. Belki bu bir kâbustu ve bu şekilde uyanabilirdim.