Havalimanında uzun bir süre bagajı bekledikten sonra heyecanla bavulumu sürükleyerek çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Görmeyeli sanki her şey değişmiş gibiydi. Yerleri değişen giriş ve çıkış kapısı, görevliler, insanların bakışı. Her şey çok değişmişti ve sanki kendi ülkemde değil de başka bir yerdeymiş gibi hissediyordum. Fakat yine de bu his içimdeki heyecanı bastırmamıştı. Şimdi yapacağım ilk şey, önceden ayarladığım yurda gitmek ve eşyalarımı yerleştirip duş aldıktan sonra uzun bir uyku çekmekti. Anne ve baba tarafımdan neredeyse tüm akrabalarım Seoul'deydi fakat yabancı gibi olduğumuz için onlarda kalmayı aklımın ucundan dâhi geçirmemiştim. Hatta, ziyaret etmek bile düşüncelerimin arasında yoktu.
Havalimanından çıktıktan sonra gitmem gereken istikamete doğru kalkacak olan otobüse bindim. Elimdeki bavulu zar zor önüme sıkıştırıp tekli koltukların birine oturmuştum. Kısa bir süre içinde otobüs dolduğunda dışarıyı izlemeye koyuldum. Kalacağım yurt Seoul'ün neredeyse çıkışında bir yerdeydi. Her ne kadar konumundan memnun olmasam da buna şükretmem gerektiğinin de farkındaydım. Yaklaşık 1 saate yakın süren yolculuğun son üyesi bendim. Yurda en yakın durakta düğmeye basıp indikten sonra bavulumu sürüklemeye başladım peşinden. Tek tük evlerin olduğu geniş sokaklar, yeni yağdığı belli olan yağmurun izlerini taşıyordu asfaltındaki neminde. Sokakların sessizliği beni bir kere daha bu yurda kayıt olmak konusunda pişmanlığa sürüklese de pozitif düşünmeye çalıştım. Saat akşam 9'u gösteriyordu ve her yerin bu kadar sessiz olması doğaldı, yani ben öyle düşünmüştüm. Çok sürmeden heybetli binanın önüne vardığımda emin olmak için tabelayı okudum. Hatırladığım kadarıyla doğruydu. Pencerelerin çok azı yanıyordu, sanki herkes bu saatte uyumuş gibi az önce geçtiğim yollardaki sessizlik yurtta da hâkimdi. Bu olay beni iyice germeye başlarken güvenlik noktasına doğru ilerledim emin adımlarla. Gireceğim esnada kilolu ve 40-50 yaşlarında bir güvenlikçi ile göz göze gelmiştim. Bakışları o kadar boş ve anlamsızdı ki, ne düşündüğünü asla sezememiştim. Hiçbir şey umrunda değilmişçesine ellerini birbiriyle birleştirmiş ve oturduğu kabinden dışarıyı izliyordu. Ona yeni öğrenci olduğumu söyleyeceğim için derin bir nefes alarak boğazımı temizledim ve tam konuşacağım sırada arkamda bana doğru yaklaşan ayak sesleri ile o tarafa döndüm. Ne olduğunu anlamaya bile fırsatım olmadan, sadece yüzündeki maskelerini gördüğüm iki adamdan biri ağzımı kapatmış, diğeri de ellerimi belimde sıkıca birleştirmişti. Şokla gözlerim açılmıştı ve olanca gücümle debeleniyordum fakat çaresizdi. O kadar güçlülerdi ki bileklerimi değil kurtarmak, oynatamıyordum bile. Bir yere sürüklenmeye başladım zorla. Az önce göz göze geldiğim güvenlikçinin bir şeyler yapmasını bekledim fakat olan biteni aynı boş ifadelerle izliyordu. Sanki önceden kurgulanmış gibi, veya o da kaçıranlardan biriymiş gibi. İçimdeki endişe git gide büyürken bağırmaya çalıştım fakat sesim çıkmamıştı. Sadece birkaç saniye sürdüğünü tahmin ettiğim sürüklenişten sonra bir arabaya bindirildim. Adamlardan biri yanıma oturup bileklerimi sıkıca tutmaya devam ederken diğeri de gidip bavulumu almış ve yanıma atmıştı.
"Bu kıyağımı unutma."
Sesi oldukça gür olan adam şoför koltuğuna geçtikten sonra arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Neler olduğuna, onların kim olduğuna ve benden ne istediklerine dair tonlarca soru sormama rağmen tek yaptıkları susmak ve yola devam etmekti. Endişe adeta tüm vücuduma hâkim olurken araba neredeyse 2 dakika bile sürmeden büyük, kahverengi bir villanın önünde durdu. Bu villa da civardakilere çok benziyordu fakat daha büyüktü ve bahçesi daha genişti. Beni arabadan indirdiklerinde tekrar kurtulmaya çalıştım fakat yine başarısız oldum. Evin kapısına doğru ilerletildiğimde fark ettiğim bir şey oldu. Bu ev civarda ışıkları yanan tek evdi.