~

132 5 12
                                    

sabah binbir türlü uğraşla yaptığı topuzu dağılmış, çantasının fermuarı bozulmuş ve son birkaç saattir ayağını acıtan topuklu ayakkabıya dayanmak zorunda kalmış bir şekilde hızlı adımlarla yürüyordu. nefret ettiği yağmur durmak bilmezmiş gibi bir de üstüne telefonu çalıyordu şimdi. zaten geç kalmıştı. biraz daha hızlanmaya çalışması demek insanları ittirmesi demekti. temposunu korudu bu yüzden. geniş yol ağzına vardığında karşıya geçmek için diğer tüm kalabalığın arasında bekledi. ve biraz daha bekledi. dalan sadece gözleri değil, bulanık aklıydı da. işini kendi hayatına dahil etmediği ve mesai saatlerinde kafa yormadığı zamana atlamak istiyordu. çalışmaya başlayalı çok olmamıştı fakat o kadar yoruluyordu ki. başını hafifçe iki yana sallayıp kendine geldi. yola doğru bir adım atacaktı ki arabanın önünden milimle geçmesi bir oldu. korkuyla geriye tökezledi. dün gece kuru temizlemeden aldığı siyah tulumunun araba yüzünden ıslanmasına mı üzülmeliydi yoksa iki buçuk dakikadır yanından karşıya geçen bir yığın insanı fark edemeyecek kadar dalgın olmasına mı? derin bir nefes verdi. gözleri dolmuştu. arabaların geçişini beklerken gözlerini kapattı. hayatı gerçekten zordu. güçlü kalmaya çalışmak neden bu kadar yıpratıyordu insanı? etrafındaki insanlara belli etmeden gözlerini kırpıştırdı yukarı bakarak. burnunu çekti ve ağzıyla nefes verdi. kısa süre sonra başka aksaklık yaşamadan bar-cafe'ye ulaşmıştı. genelde kızlarla burada buluşurlardı. montunu çıkarıp kapının yanındaki tahta askılığa asarken tanıdığı ceketleri görmesiyle gülümsedi. girişteki görevli kıza tatlı bir gülümsemeyle selam verip içeriye geçti. mekana gelen son kişi asla arkadaşlarının nerede oturduğunu aramazdı. karşılıklı kırmızı koltuklu ortadaki masaya ilerler ve diğerlerine katılırdı. idil de aynen böyle yapmıştı. gülüşmelerin sebebini bilmese de onları görmek gülümsetiyordu zaten. sadece arkadaşının yanında sevgilisini görünce biraz canı sıkılmıştı. o çocuğu gözü tutmamıştı ama sesini çıkarmıyordu pek fazla. bazen fikirlerini belirtirken uyarılarda bulunuyordu o kadar. 4 kişilik masayı doldurdukları için sandalye çekerken kendisine dönen gözlere gülerek baktı ve neşeli hoşgeldinleri karşıladı.

buluşma sebepleri ufak bir kutlama yapmaktı aslında. gençlik aşklarından fabllara kadar farklı türlerde deneme ve çalışmaları olan yazar hanımın, ilk defa stajyer olarak kendisine verilen konu dışına çıkıp isteğine bağlı yazdığı, yahudi soykırımını konu alan hikaye özeti ünlü bir yayınevinin değerlendirmesine kabul edilmişti. nerdeyse bütün bir iki yılını bu kitaba adamıştı. ki genç yaşına göre muhteşem bir şeydi bu. araştırma yapmak için tonlarca kütüphane gezmiş, bulabildiği kayıtların yardımıyla alakalı insanların evlerine gidip bilgi almıştı. kısacası kitap yalnızca kurgu, karakter ve yazılış değil arka plandaki tüm emeğini harcadığı kaynakçadan oluşuyordu. gerçek anılardan. yaşanmışlıklardan. hayaliydi bu. küçüklükten gelen yeteniğinin üstüne gitmiş ve kendini geliştirmişti. aslında yalnızca bu kadar uğraş bile ona yeterli tecrübeyi verebilmişti. ama ödüllendirilmekten hoşlanırdı. somut bir cevaptan veya emeğinin karşılığını istediği gibi almaktan. ve bunlar gerçekleşmişti. gülümsemesini durduramıyor, bir en yakın arkadaşlarına bir sevgilisine bakıyordu. bu hislerini ve anı bozmamak için kusursuz demek istemiyordu ama çok mutluydu işte.
erkek arkadaşının omzuna attığı eliyle oynarken eğilip içkisinden pipetle bir yudum aldı. huzurla gülümsedi. tabi sonra dayanamayıp dişlerini göstererek kıkırdadı. içi içine sığmıyordu. "ece." dönüp ona baktı adını duyduğunda.

"yeter." gülerek söylemişti bunu. rahatsız olduğu yoktu sadece o kadar gülmüştü ki- tamam evet birazcık rahatsız ediciydi. ama ece'nin adına çok mutluydu. bu da biraz kendisi için olan mutsuzluğunu arttırmayı tetikliyordu. küçüklüğünden beri tutunduğu bir hayali yoktu. arkadaşları karşı çıksa da kendine göre öyle muhteşem bir yeteneği de yoktu. gerçi şu an bir şirkette tam bir çalışan olmamasına rağmen projesi tüm şirket tarafından beğenilmiş, hatta patronun bile dikkatini çekmişti. üstelik adı duyulmuş inşaat şirketindeki, emekli olacak baş mimarın yanında işi öğrenmeye çalışan bir stajyerdi sadece. kendisi insanların abarttığını düşünse de çizimlerinde çok yetenekliydi aslında. yalnızca aklındakini değerlendirmekle kalmıyor ayrıca prarik zekasını da ekleyip bazı yerlerde yaratıcı ve estetik düzeltmeler yapıyordu. normal bir mimarda olması gereken özelliklerdi tabi ki ama kimse bir stajyerden bunu beklemiyordu ki. çok sabırsızdı bu yüzden. şu gereksiz deneme sürecini geçmek istiyordu. üstüne üstlük okulundan veremediği bir ders için de ayrı bir proje hazırlaması gerekiyordu ve başlamamıştı bile. finallerin bir ay sonra olması yeterince stresliydi zaten. son zamanlarda da bu mimarlık işini hayalle karşılaştırıp duruyordu. bunu mu istiyordu cidden? belki bu tuğlalı binalardan daha çok ilgisini çeken bir şey vardı ama henüz kendisi keşfedememişti. tüm gerginliğinin üstüne bir de asıl yaptığı işe dair şüphe düşünce büyük bir yudum aldı içkisinden. kim uğraşacaktı bunlarla? tabi ki yarınki irem. bugünkü irem arkadaşlarıyla takılacak ve geç uyuyacaktı. ayrıca yorulmuştu bugün. kendini ikna edip rahatlayınca yanındaki arkadaşının bardağından içti.

kendi bardağının alınmasıyla irem'e dik dik baktı. bardağı yerine konulana ve göz göze gelene kadar da bakmaya devam etti. birkaç saniye birbirlerine ifadesiz baktıklarından sonra düz bir ses tonuyla sordu. "beğendin mi?" irem başını salladı.

"beğendim."
"aferin."
"sus."

bu sefer kendi içkisini içerken tekrardan irem'e kötü kötü baktı. sonra aniden yumuşayıp idil'e döndü. "tipe bak yağmurda bile güzel." ona hep bebek gibi davranırdı. yorulduğunu biliyordu çünkü. irem'e yaşıtı gibi davranır (3) ve ece'yle de sürekli dalga geçerdi. hepsiyle farklı ilişkileri vardı ama hepsini çok seviyordu. sevgisini genelde özlediği zaman çok belli ederdi. en yakın arkadaşları bile olsa özel bir davranış ya da söz gördüğünde duygulandırdı. ayrıca arkadaşlarının söylediğine göre aralarında en mantıklı seçeneği düşünen oydu. bir de zekasını abarttıklarını düşünüyordu. tamam arkadaşları gerizekalı olabilirdi ama kendisi de Tesla değildi sonuçta. bugün keyfi yerindeydi. aslına bakılırsa günü kötü de geçse barda kızlarla buluşunca her şeyi unutuyordu ayrı konu. şirkette yaptığı sunum çok takdir edilmişti. bir önceki gün çalışmıştı halbuki. sabah inanılmaz gergin gitmişti. hatta ufak sahneye çıkmadan önce elinin terlediğini hissetmişti. iki basamağı çıkarken bile bacakları titriyordu. mikrafonu eline aldığında tüm salonda yayılan tiz ses insanların yüzünü buruşturmasına sebep olunca kendi sesiyle sunumu yapmanın daha iyi bir seçenek olduğuna karar vermişti. yüze yakın kişiye yarım saatlik yüksek ses tonuyla sunum yapmak hayal edebileceği bir şey bile değildi. ilk dakikalarda fark edilmeyen ses titremelerini çok kafasına takmıştı fakat sunum bittikten sonra muhteşem bir alkış almıştı. şirketin yazılım bölümünde çalışmaya başlayalı çok olmamıştı. kızlara göre biraz daha ilerdeydi çünkü stajyerliğini başka bir şirkette çoktan bitirmişti. bu işe devam edip yükselmek istiyordu. bu sunumun beğenilmesi motive edici olmuştu bu yüzden. ilk heyecanı sayılmazsa ilerleyen zamanda iyi yaptığınu hissediyordu zaten. mantıklı gelen tüm çözüm yollarını istatiksel olarak açıklamış, yıllardır burada çalışan insanların göz ardı ettiği problemleri cesurca gözler önüne sermişti. yapılması gereken buydu.

aralarında konuşurlarken irem masanın üstünde çalan telefonu görünce hafifçe başını eğerek ismi okudu. "idil.." gözlerini sevinçle büyüttü. "ayşegül arıyor." masada sessizlik olunca herkes oraya odaklandı. idil buraya yetişmeye çalışırken telefonunu o telaşta açmayı unutmuştu. kim bilir kaç defa aramıştı o arada. işten her çıkışında sessizden çıkarmayı unuttuğu telefonu açtı hemen. aynı sırada berke ece'ye eğilip fısıldadı. "hollanda'da yaşıyor dediğin kız mı?" ece kocaman gülerek başını salladı. "evet o." hatırlatmak için başka bir şey daja söyleyecekken irem onlara şşt yaptı. kardelen de eğilmiş dudaklarını birbirine bastırarak bekliyordu. idil hala telefondayken kızlara tek tek baktı ve gülümsedi. "bu akşam geliyormuş."

~


aykiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin