— Hatçe... Uzaktan, Nahiye müdürüyle yan
yana, yarı hoca, yarı ağa tipli bir adam geliyor.
Ak sakallı, başı siyah külâhlı. uzun pardesülü
biri... Selâmlaştılar.
— Size, köyümüzün eşrafından Hüsmen Ağayı
takdim edeyim, dedi Nahiye müdürü;
köyümüzün hem. ağası, hem de ilim sahibi akıl
hocası... Aradığınız yer meselesini ancak o
çözümleyebilir. Ağa:
— Alayınız geceyi burada geçirecekmiş... Erlere
yer bulmak hemen hemen imkânsız... Benim
şuracıkta bir evim var... Köyün en büyük evi...
Orada beş on subayı misafir edebilirim ama,
gerisini nerede konuklayabiliriz, bilemem...
Evim şuracıkta, buyurun gidelim!.. Nahiye
müdürü:
— Husmen Ağanın konağı derler; büyük bir
ev... Köye hatırlı biri geldi mi, orada kalır. Naci,
çeşme başından ayrılırken Husmen Ağanın Hat-
çe'ye gözleriyle sert bir tokat attığını
farketmekten geri kalmadı.Yürüdüler. Husmen Ağanın konağı da
masallardaki mekânlardan biri... Kale kapısı
gibi, kocaman somun kafalariyle tahkimath bir
kapı... Ayak üstü birkaç yüz kişiyi rahatça
alabilecek
10 bomboş bir avlu... Ahşap, geniş, çifte
merdiven... Merdivenin bitiminde yan yana bir
sürü terlik... Naci'nin, postallarını çıkarıp terlik
giymesi zor oldu.
— Şöyle buyurun! Misk gibi müslüman kokan,
sanki sabunla çitilenmiş cılk tahtalar üzerinden
geçip, avlunun yarısı kadar, fakat geniş bir
apartman dairesinden daha büyük bir odaya
girdiler. Odanın derinliğine ve genişliğine üç
çizgisi üzerinde, nal şeklinde, halılarla kaplı bir
sedir çerçevesi... Patiska perdeli pencereler ve
kapı tarafında rafları eski meşin cildli kitaplarla
dolu bir etajer... Birbirlerine uzak oturdular.
Husmen Ağa kalın tabakasını çıkarmış, sigara
sarıyor. Naci merak ve dikkatle etrafına ve
etajerdeki kitaplara bakmakta...Elini, etajerin üzerindeki bir levhaya uzatıp
sordu: — Şu levhada ne yazılı?
— «Mûtû kable entemûtû»... — Ne demek?
— «Ölmeden ölünüz!» — Müthiş!..
— Siz bu harfleri bilmiyorsunuz değil mi? — Ne
bilelim!.. Günümüzde 60 yaşından küçük
olanlar da bilmez. Husmen Ağa sigarasını yakıp
derin derin çekti:
— Öyle!.. Anaları, babaları, oğullarından,
torunlarından kopardılar. Bu söz Naci'yi ürpertti.
Ruhunun, dile getiremediği çözümünü getirdi
sanki... — Siz bir köy ağasına
benzemiyorsunuz! Okumuş, düşünmüş, bilmiş
bir haliniz var... Yolunuz, işiniz ne sizin?
Şefkatli bir tebessüm: — Seksenindeyim...
Medresede okudum. Dünya Harbine, peşinden
Dstiklâl Savaşına katıldım. Okudum, hep
okudum. Şehirlerde bunaldım. Nihayet dededen
kalma toprağıma sığınıp bu köyde sonumu
beklemekten gayri bir iş bulamadım, yoltutamadım. Yeter mi?
--Çok bile... -- Ya siz? — Dstanbulluyum.
Üniversitede asistanım. Askerliğimi yapıyorum.
— Ne okutuyorsunuz?
— Hocamız felsefe profesörü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNADAKİ YALAN
PoetryNecip Fazılın nadide ama pek bilinmeyen eseri okumanızı tavsiye ederim