Bir gün solculuk çılgını Mine, ona sormuştu: —
Söylesene kuzum, senin yaşamak dediğin
nedir.? Biliyordu ki, o kafada olanlara göre
hayat, yatmak, kalkmak, yemek, içmek, görmek,
tutmak, koklamak, çiftleşmek, pençeleşmek
melekeleri gibi zorlamaya yanaşmaz, ötesini
kabul etmez içgüdüler toplamından ibarettir.
Fikir diye bildikleri tek şey de, biricik hakikat
fert hakkını cemiyet isimli yalana kaptırmaktan
ibaret... Halbuki ölen, fert ve tek gerçek fertte...
Yoksa ferdin binbir aynadaki hayaline nasıl
vücut tanınabilir? Asıl ölene hakkını veriniz!
15 Mine'ye şöyle demişti: — Yaşamanın
mânasını mı soruyorsun?.. Sana göre bir cevap
vereyim: Her işde ölümü unutmak faaliyetinden
başka bir şey değil... Evet, size göre yaşamak
bu!..
— Demek bir başka yaşamak da var?.. — Bir
şey ki, bir şeyin olmamasiyle vardır, o şey
gerçekten var mıdır? — Sen kafa çelmelemekten
başka hüneri olmayan bir (paradoks) ustasısın!
O kokmuş beynini ne zaman tazeleyeceksin?..
Git de bu fikirlerle Belmâ hanımefendiyiavlamaya bak!..
Ve kafasına yine bir tabak yemişti. Böyle
yaşamak... Sonrası?.. Sonrası, içinde «sonrası?»
sualine bile yer olmayan bir tükeniş, bitiş,
siliniş... Dplik gerilince üstündeki büklümün
uçup gitmesi, yok olması... Yok da ne demek?..
O bir «var» almak gerek... Tam yokta yok da
yoktur. Öyleyse «yok» bir «var» m var ettiği
var... Bir «var» ki, yalnız o var, gerisi yok, yok
da yok... Yok da o «var»ın icadı...
Gecenin bu saatinde, karşısında cami, önünde
musalla taşı, yine.eski nöbeti tutuyor. Öyle bir
nöbet ki, hiçbir termometre, ateşini ölçemez ve
hiçbir göz onun madde üstündeki kıvrımlarını
tesbit
edemez. Naci, her defasında aklı tükeniş
noktasına sıçratan bu fikirlere «akrebin kıskacı»
ismini vermiştir.
Akrebin kıskacı, bu fikirleri kovayım derken,
gözünün önüne yine öbürünün hayali çöktü. —
Ya ölürse o?.. Ne yaparım?..Bu vehim onu yaktı. Kalktı, yürüdü, gitti, geldi,
çeşmede yüzüne su serpti, meydan yerindeki
motorlu vasıtaların ve ağırlıkların nöbetçi erlerini
gözden geçirdi, köpek seslerini dinledi, tekrar
camiye döndü, erlerin horultularına karışık
gecenin nabzını saydı.
16 Ufuklarda ilk beyazlık... Caminin dış
avlusunda birdenbire yırtıcı düdük sesleri... Erler
uyanıyor; şadırvana doğru geliyorlar. Emir.-
— Herkes kıtasının başına!.. Cami boşaltılacak!
Müezzin, Naci'yi selâmlayıp içeriye daldı.
Husmen Ağa geliyor. Naci'yi iki eliyle tutup
kucaklayıcı bir hareket yaptı:
— Yazık, size evimde rahat bir gece
geçirtemedim. — Ziyanı yok... En büyük rahat,
rahatsızlığa alışmaktır. — Gidiyorsunuz!.. Yine
gelir misiniz?.. Naci etrafına bakındı. Sanki
Hatçe orada olabilirmiş gibi... Boğaz'da yalı
deyince hatıra Belmâ Hanunefendininki gelir.
Abdülaziz devrinden... Bilmem ne paçanın
torunu Belmâ Hanımefendi bu yalıyı, üstü
gümüş telkari çizgiler ve yakut, zümrütrenkleriyle süslü bir Avrupa pastası haline
getirmeyi bilmiştir. Babası sefir, peşinden kocası
da sefir... Ama ayrılmışlar... Hayatı Avrupalarda
geçmiş... Şimdi de yaz boyunca kalmak üzere
Dstanbul'da, yalısında... Etrafında, ecnebi
diplomatlardan, büyük
tanınmış şairlerden, romancılardan,
politikacılardan, iş adamlarından bir halka...
Naci'den 10-12 yaş kadar, büyük... Kırkına
doğru...
Olanca çilesi, sabahtan öbür günün sabahına
kadar genç ve güzel görünmenin (prosede)
dedikleri tertipleri, reçeteleri üzerinde
çabalamak... Üçe taksimli 24 saatin iki
bölümünde, tek başına, güzel görünme ve
çekicilik kazanma laboratuarına kapanırken, bir
bölümünde de vitrine çıkar, elâleme görünür.
Belmâ Hanımefendi, bir işçinin 8
17saat çalışmak mecburiyetine, tersinden mukabil
olarak günde 8 saat yaşar. Geriye kalan 18
saatin verimi işte o 8 saat içindir.
(Oskar Vayldhn (Leydi Sfenks) isimli
hikâyesinde, esrarlı görünmek için arada bir
sosyeteden kaçıp Londra'nın hücra bir köşesinde
tuttuğu odaya çekilen kadına benzetemezsiniz
onu... Oradaki (Leydi) basit bir kalpazandır;
kendisini hayallerde büyütmeye bakar. Belmâ
Hanımefendi ise
suniliğini tabiiliğe erdirici bir maharetle kendi
kendisini imâl ve sergileme gayretinde... Ve
doğrusu iyi sergiler.
Öğle yemeğinden sonra iki saat kadar uyur.
Maksadı, o saate kadar yaşadığı basit hayat
şartlarının tortusunu üzerinden atmak, küfünü
silmekve geç vakitlere kadar sürecek (estetik)
hayata geçmektir. Naci ile alâkası ne?.. Ne mi?
Onu iflâsa götürmüş olması... • ' îşte Naci'nin
«Ölürse ne yaparım?» diye düşündüğü büyücü
kadın Belmâ Hanımefendi...O kadınlar arasında «bir»... Hiç «öbürü» diye
anılabilir mi? Naci, bütün sahteliklerinin
farkında olduğu, hile tertiplerini tek tek
heceleyebildiği halde ona tutulmuştur.
Bir sanat sergisinde Ressam Âbid, oau Belmâ
Hanımefendiye şöyle takdim etmişti: —
Sizegenç ve hummalı neslin henüz eserini
vermemiş, fakat en istidatlı örneğini tanıtayım...
Üniversitede felsefe asistanı... Yakında doçent
olacak...
Ve (marksist) bir şiveyle Belmâ Hanımefendiyi
de şöyle çerçevelemişti: — Salonlarında eski ile
yeniye çöpçatanlık eden, (avan gard) sanatın
koruyucusu, eskinin son yenisi...
Hemen bütün solcuların illeti, bu ezberleme, bu
basmakalıp girişteki bayağılığı sezmişti Belmâ
Hanım:
— Devam edin, devam edin! Cümlenizi bitirin!..
— Eğer güzellik kapital olsaydı, eziciliği önünde
hepimizin teslim olmayı kabul edeceğimiz
prenses zarafet...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYNADAKİ YALAN
PoetryNecip Fazılın nadide ama pek bilinmeyen eseri okumanızı tavsiye ederim