Part 3

1.2K 94 63
                                    


*Medya ile okuyabilirsiniz.*

Hayat filmlerdeki gibi değildi. Birine 'Seni Seviyorum' dediğinde. 'Oh ben de seni seviyorum.' deyip sana sarılmıyorlardı. Ya da bir süre sonra seni arayıp, sana seni sevdiğini söylemiyordu.

Hayat film değildi.

Ben o filmin baş rol oyuncusu da değildim.

Ben küçük, aptal, bir çocuktum.

Ben bendim, işte.

Kim Yugyeom.

Yatağıma uzanmış tavanı seyrediyordum.

Arkasını dönüp gidişini düşünüyordum,

ışığı söndürüp gidişini.

Beni bırakışını düşünüyordum.

Ve evet hala onu düşünüyorum.

Beni çikolata fabrikasına bile götürseler geçmeyecekmiş gibi hissettiren, bir yara oluşmuştu, kalbimde. Kalbimin tam ordasında.

Sol gözümden aşağıya doğru inen bir ıslaklık hissettiğimde ağladığımı anladım.

Gerçekten kırıldığımı.

Ağlıyordum.

Ben, Kim Yug Yeom, annesi ona 'Artık starcraft oynayamazsın.' dediğinde ağlayan çocuk.

Sadece bir kadın için ağlamış olan, ben.  [Anneme 'Senden nefret ediyorum. Hayatımdan defolup gitsen, keşke.' dedikten sonra ağlamıştım.]

Şimdi onun için ağlıyorum. Aptal bir kız için. Aptal, Kim Sung Ah için.

Gözlerimi ellerimin tersiyle silerken yatakta doğruldum. Sabaha kadar uyumamıştım. Şu anda saat 6.30'du. Yataktan kalkıp, yatağımın yanındaki yatakta, mışıl mışıl uyuyan çocuğa baktım. Ne kadar da tat-...tabii ki de değil. Şimdi onu uyandırmalıydım. Bugün bir sürü program vardı.

"Ya, BamBam!" diyerek koluna vurdum.Tepki vermedi."BamBam, BamBam, BamBam..." demeye devam ederken koluna da vurmaya devam ediyordum. Sonunda tepki vermişti. "Hadi kalk artık." derken kolundan tutup çekiştirdim. Gözleri kapalı yatakta doğruldu. Uyanmış sayılırdı. Şimdi gidip JR'ı uyandıralım. JR'ın odası bizim odamızın içinde ki odadaydı. Küçük ama tatlı bir odası vardı. Sürgülü kapıyı açıp içeri girdim. Mışıl mışıl uyuyordu ama uyanmalıydı! Yatağına, -ki yatağı yer yatağıydı- zıpladım. "Park Jin Young, Junior, Park Jin Young..." diyerek onu uyandırmaya çalışıyordum. Çabuk uyanmıştı. Diğer üyeleri de uyandırıp üstümüzü giyindik.

Şunu bilin Mark'ın da çirkin halleri var. O da bizden. O da çirkin olabiliyor.

Performans sergileyeceğimiz yere gitmek için yola çıktık.

Bekleme odasına girdiğimizde gözüm ilk Sung Ah noona'yı aradı.

Unutmak o kadar da basit bir şey değildi, işte!

Fazla zordu, hem de çok fazla.

Gözüm ile bütün odayı taramama rağman onu bulamadım. Tekrar taradım ama yoktu. 'Tuvalete gitmiştir' diye düşündüm. Koltuğa oturdum ve sıranın bana gelmesini bekledim.

Jackson'a baktığımda makyajını başka biri yapıyordu. Sung Ah değil. Çalışanlardan birine yaklaşıp "Sung Ah noona  nerede?" diye sordum. "O hasta, uzun bir süre gelmeyecek." dedi.

Uzun. Hasta. Gelmeyecek. Sözcükleri birden kafamda delikler açmaya başladı.

"Peki hastanede falan mı yatıyor?" diye sordum, kırılgan sesimle. "Bunu söylemeli miyim?" dedi.

Bunun anlamını biliyordum.

Bu 'evet' demekti.

Arkamı dönüp boş olan sandalyeye doğru ilerdedim. Oturdum ve kafamı geriye yasladım. Sung Ah'dan başka bir kızın yüzüme dokunmasına izin verdim.

*Bu bitirmek istediğim bir hikaye. Gerçekten ama gerçekten çok seviyorum. Umarım okur, yorum atar ve vote verirsiniz.*

My First Love ♔ GOT7 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin