Yabancı

174 6 3
                                    

Kafede oturmuş salak salak etrafa bakıyorum. İşte bir kız ve oğlan. Çok mutlu görünüyorlar. Ne kadar sürecek acaba o kızın elini bırakması. Bunların beni ilgilendirmediğini düşünebilirsiniz. Ama bende bir kadınım. Yani kadın dayanışması. Onları gözetlemeyi bırakıp sigaramdan bir nefes aldım. Sonra bir nefes daha. Bir nefes daha... Ve söndürdüm küllükte. Nerde kaldı bu kız diye söylenmeye başladım. İçimden salak kıza sövmeye başladım. Mesaj atacakken Son Anda vazgeçtim. Değmez diye düşündüm. Ve bir sigara daha yaktım. Gerçi ben birileri için bir şeyler yapacakken son anda vezgeçen insanlardandım.

Neden böyle olduğumu Bilmiyorum emin olduğum tek şey uzun zamandır böyle olduğum.

Etrafımda çok kişi var. Gereksiz olduklarının farkındayım fakat arada lazım oluyorlar. Ve Efsa dayanamayıp Müge 'ye yardırır. Mesaj attıktan 10 dakika sonra telefon çalmaya başladı "Nerdesin?" diye cevapladım karşıdansa sadece "çatladın mı? " diye bir cevap geldi tabiikide. "Geliyorum 5 dakikaya İki çay söyle. " Ve telefon kapanır. İki saattir gözünü benden alamayan garsona el işaretiyle sipariş vereceğimi belirttim. Beni görmesi tabiikide zor olmadı. Geldi ve "Ne istemiştiniz? " diye sordu. Ay kibarlığını yesinler, dangalak kafalı İt. "İki çay lütfen" dedim. Yavaş yavaş elindeki deftere siparişimi yazdı. Fazlasıyla uyuşuktu. Hiç çekilmez. "Başka bir isteğiniz var mıydı? " dedi imalı bir şekilde. Mümkünse senin gibilerin dünyadan sürülmesi canım. "Hayır teşekkürler. " Ve başımdan çekilip beni rahat bıraktı. Sonunda!

İkinci sigaramı söndürdüğümde Müge kapıdan içeri girdi. Yağmur da ıslanan saçlarını yüzünden çekerken gözleriyle beni arıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda oflayarak yanıma geldi. Kalktım ve ona sarıldım. Şansım varmış ki boğulmadım. Beni bıraktı ve Hemen söylenmeye başladı. "Ya nasıl olur ki bu mekanda yakışıklı tek bir erkek olmaz. Ay keşke senin dediğin yere gitseydik. Çayları hâlâ söylemedin mi Efsa?"

Evet sizinde anladığınız gibi Müge bir erkek delisi. Erkekler hakkında bilmediği şey yoktur. Erkeklere hiç güvenilmemesi gerektiğini söyler durur. Fakat onlardan asla vazgeçemez.

"Gelir birazdan " diye cevapladım. Canım sıkkındı ve konuşmak istemiyordum ama Müge susmak bilmiyordu.

"Canım ya bugün de çok konuşkansın. "

"Biliyorum " dedim ve yavaşça içimi çektim. Müge iyi kızdı falan ama çenesi hiç durmuyordu. Her konuda söyleyecek bir kelimesi vardı. Ve benim başım kaldırmıyordu artık. Zaten okulda 20 embesille beraberdim tüm gün bi de burda Müge 'nin saçmalıklarıyla uğraşmak istemiyordum.

Müge'yle ayrıldıktan sonra sahilde biraz dolaştım. Soğuk hava yüzümü yalıyordu. Tanrım dedim, neden ben? Son iki aydır hissizliğin pençesindeydim. Acı çekmek yok, sevinmek yok, üzülmek yok, heyecanlanmak yok. Boyuna umursamamazlık var. İnanın bana sanıldığı gibi harika bir şey değil. Şöyle diyeyim, arkadaşlarınızdan uzaklaşıyorsunuz, sohbetlere dahil olmuyorsunuz, kalp kırıyorsunuz. Ve dahası...

Ben bunları düşünüp bi yandan da oturabileceğim, etrafı sessiz bir bank arıyordum. Ve işte buldum, bekle beni bebeğim. Tam oturduğum sırada bir oğlan çocuğu yanıma geldi. "Abla bi mendil alsana ya nolur. Sadece bi tane. "

En fazla 7 yaşındaydı.

"Adın ne senin?" dedim. Sorumu beklemiyor olacak ki biraz mırın kırın yaptı.

"Benim adım yok. "

"Ne demek benim adım yok?" Dalga mı geçiyordu benimle??

"Basbaya işte bi adım yok abla. Ama bir lakabım var. "

"O halde onu söyle. "

"Ama aramızda kalsın. Deprem duyarsa beni çok fena eder. "

"Deprem?" diye sorarcasına konuştuğumda sabırsızlıkla etrafına baktı. Yasak bir şey arıyor gibiydi.

Dikkatini bana vermesini isteyerek "Deprem kim?" diye sordum.

Aniden bana döndü ve "o bizim abimiz , kimin nerde çalışacağına o karar verir. " dedi.

Hey bu konuşma gittikçe saçma ve ilgi çekici bir hâl alıyordu.

"Neden sizi çalıştırıyor? Kendi çalışsa ya. "

"O çalışamıyormuş, hastaymış. "

"Ne hastası?" Tamam çok soruyorum ama merak ettim işte. Ne diyordu bu çocuk böyle.

Çocuk tam ağzını açmış konuşacaktı ki bir adam geldi. Gerçi adam denmeyecek kadar çocuksu bir yüzü vardı. Yani gençti. "Kusura bakmayın hanımefendi bu benim kardeşim ve akıl sorunları var. Arada insanları bu şekilde rahatsız edebiliyor. Hadi yürü çocuk gidiyoruz." Benim bir şey dememe fırsat kalmadan çocuğu götürüyordu ki , "Sen kardeşine 'çocuk' diye mi sesleniyorsun" diye kendimi tutamayıp bağırdım arkalarından. Genç adam bana doğru sert ve oldukça kızgın bir bakış atıp çocuğu sürüklemeye devam etti. Benim abim bana 'çocuk' diye seslense ben intihar falan ederdim sanırım.

Arkalarından omuz silkip bir sigara yaktım. Uçsuz bucaksız deniz önümdeyken ve düşünecek tonlarca şey varken saatin nasıl geçtiğini anlamamışım. Saat 10 a geliyordu. Dolmuş durağına doğru yürümeye başladım. Oturmaktan belim uyuşmuştu ve bu durum yürümeme hiç yardımcı olmuyordu.

Bi ara arkama dönüp baktığımda ismini bilmediğim o genç adam bana bakıyordu. Yanında ne çocuk ne de başka biri vardı. Ona baktığımı anlayınca hemen arkasını döndü ve bana ters istikamette yürümeye başladı. Omuz silkip önüme döndüm.

Nihayet eve gelebilmiştim. Annem yan odada yine o çok meşhur "kız kısmı hava kararmadan evde olur" isimli konuşmayı yapıyordu. Üstümü değiştirip direk yatağıma girdim ve gözlerimi kapatır kapatmaz uyumuşum.

Ertesi sabah alarmın lanet sesiyle uyandım. Telefonu duvara fırlatmak istedim ama bi milyar lan. Olmaz yani. Sağa sola dönerek uykumun kaçmasını bekliyordum fakat kaçmıyordu. Daha çok uykum geliyordu. Sanki biri yatağa yapıştırmıştı beni. Öyle güzel bir uyku. İnleyerek kalktım. Elimi yüzümü yıkamak için lanet olası ailemle beraber kullandığım banyoya doğru yol aldım. Bi saniye ailem mi? Benim bir ailem yoktu. Yani sözde aileydi adları. Lakin onlara aile demek için 1000 şahit istenirdi. Onlara aile demek, gerçek ailelere hakaret olurdu. Tamam yeter bu kadar melankoli. Aynaya bakarak soğuk suyun bileklerimden dirseklerime doğru akmasına izin verdim. Çok solgun görünüyordum. Dağılmış gibi.. Ve hiç toplanmamış. Yüzüm gibi dağınık olan odama doğru yol aldım. Üstümü giyinmek için odamın kapısını kilitledim. Çünkü bu ailedeki kimseye güvenmiyordum. Malum, güven tek kullanımlıktı. Ve bu aile fertleri tek değil de bir çok sefer boşa harcamıştı güvenimi. Bende bu yolu seçmiştim. Bir kaç ay önce odamın kapısına kilit takmıştım. Yatak odasının kapısı açıldı. Annem uyanmış olmalıydı. Hemen hemen benimle aynı saatte uyanırdı.

"Efsa uyandın mı?" diye bir ses geldi içerden. Tahmin ettiğim gibi annemdi uyanan. O lanet herif hâlâ uyuyor olmalıydı. Aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın.

"Evet." dedim tek düze bir sesle. Bunu ben seçmiyordum. Sesim istemsiz şekilde soğuk çıkıyordu. Mutsuzum bu evde diye yüzüne haykırmıştım o gün. Ve karşılığında sağ yanağıma bir tokat almıştım. Elim istemsizce sağ yanağıma gitti. Tamam bu sefer cidden yeter. Tekrar tekrar hatırlayarak kendime eziyet ediyordum. Hemen okul formamı bulup üzerimi giyinmeye başladım. Okula giderken makyaj yapmayı sevmiyordun. Gerçi genel olarak makyajı sevmiyordum. Bir rimel , eyeliner , ve hafif bir ruj beni yansıtıyordu. Yok fondöten yok bilmem ne sevmiyordum. Saçlarımı da tarayıp açık bıraktım. Buz gibi soğuğa çıktığımda atkı takmadığım için kocaman bir siktir çektim. Aloo? Mart ayındayız, mevsim ilkbahar. Tamam mart kapıdan baktırır falan ama bu ne soğuk? Mersin kendine gel bebeğim. Okula servisle gidiyordum çünkü akıllı annem servis olmazsa okula gitmeye üşeneceğimi biliyordu. Aa durun bir dakika, size kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Efsa, 17 yaşında bir kızım. Saçma sapan bir ailem ve onlara eş değer arkadaşlarım var. Arkadaşlarımın çoğunu severim aslında ama saçmadır benim arkadaşlıklarım. Nedenini bende bilmiyorum. Hayır, erkek arkadaşım yok. Geçen sene 1-2 tane olmuştu fakat uzun sürmedi. Ayrıldım. Çünkü korktum bağlanmaktan ve şimdi bende yalnızlıktan şikayet eden fakat yalnızlığına aşık genç tayfaya mensup bir üyeyim.

Kırmızıyı Örten SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin