İyi okumalar ! :)
Her zamanki gibi bir okul günüydü yine. Aynı monotonluk. Okuldan çıkınca servise bindim ve dolmasını bekliyorduk. Ben yine her zamanki yerim olan en arkadaki cam kenarına geçtim ve kulaklığımı taktım. Rastgele bir Teoman şarkısı açtım. Bir adamın sesi bile yakışıklı olabilir miydi? Söz konusu Teoman'sa olabiliyor işte. Camdan dışarı bakarken izleniyormuşum gibi bir etkiye kapıldım. Gözlerim çevreyi arıyordu. Ve sonra o tanıdık gözlerle karşılaştım. Kim olduğunu bilmiyordum fakat o kadar derin bakıyordu ki, gözlerine takılı kalmıştım. Gözlerimi çekmek istiyordum lakin izin vermiyor gibiydi. Uzun kirpiklerin çevrelediği bu gözler bana bir şeyler söylüyordu fakat ben anlamıyordum. Gözlerle konuşmayı hiç becerememiştim zaten. Sonra aynı anda birçok şey oldu. Servis hareket etmeye başladı, o gözlerden uzaklaşsam da göz gözeydik hâlâ. Ve bum ! İleriye doğru atıldım istemsizce. Çok kısa bir an sessizlik oldu. Gözlerimi sımsıkı yumdum başımı çarpmıştım galiba. Tabi öyle boş boş etrafa bakarsam olacağı buydu. Ölüm sessizliği derler ya, iki saniyeliğine o sessizlik yaşandı ve sonra kulağıma inanılmaz bir çığlık geldi. Ve sonra o çığlığın aslında benden geldiğini farkettim. Etraftaki kızlarda benim çığlığımla şoktan çıkmışlardı ve bağrışmalar başladı. Nefes alamıyordum çünkü panik olmuştum. Panik atak hastasıyım ve bu iğrenç bir şey.
Geri kalan saçma sorular, şoförün servis kapısını açmaması, benim oksijensizmiş gibi hissetmem ve yanık kokularıydı. Şoför arabayı çalıştırıp 1-2 metre ilerlediğinde arabanın ön tarafı anlamsız bir şekilde alev almış. Ne demek anlamsız ya? Arabalardan anlamazdım ama mutlaka bir nedeni vardı.
Gözlerimi açtığımda gözlerim yanıyordu. Şaka değil. Ciddi anlamda yanıyordu gözlerim. Her yer bembeyazdı. Çok ışık vardı. "Gözlerim.. " diye bir bağırış kopardım. Tanımadığım bir ses " izin ver de gözlerin ışığa alışsın kızım " dedi. Şimdi anlaşılıyordu. Göz kapaklarımın üstünde Nur Yerlitaş var gibiydi. Öyle bir ağırlık. Zor aralıyordum. Tekrar açtığım da bu sefer gözlerim yanmadı. Perdeler beyazdı. Beyaz ışık vuruyordu perdelerin arasından. Başımı oynatmaya çalıştım ama yine aynı ses "kızım bi rahat dur, boynunu zorlama " diye çemkirdi bana. Sen? Bana? Kimdi bu her hareketime bir laf söyleyen sesin sahibi? Onu dinlemeyip başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Beyaz saçlı bir adamdı. Beyaz önlüğü vardı. 'Ah cidden mi? Yine mi beyaz? ' dememek için kendimi zor tuttum. Doktor olmalıydı. "Sen kimsin?" diye bir soru sordum fakat o elindeki kağıtları inceleyip bir şeyler yazıyordu. "Kimsin?" diyerek sorumu yineledim. Gözlüğünün üstünden bana bir bakış attı ve "doktor olduğumu görmüyor musun?"dedi. Bir de doktorları neden sevmediğimi sorarlar.
Adama 'bu ne biçim doktor' adlı bakışlarımı gönderdim ama tabiiki de anlamadı. Sanki bir eksiklik hissediyordum, bir boşluk. Sanki bir şeyler bilmem gerekiyormuş ama bilmiyormuşum gibiydi. Genelde matematik yazılısında böyle hissederdim, o saçma sapan denklemleri bilmek zorundaydım ama ben bilmiyordum. Sol elimde bir ağırlık oluştu aniden ve baktığımda serum bağlıydı. Hislerim yavaş yavaş geliyordu. Fazla yavaş. Başımdaki o inanılmaz ağrı da sonradan, yavaşça ve beni kül ederek geldi. Öyle ki gözlerimi aniden kocaman açtım fakat ağzımdan tek bir kelime çıkmıyordu. Doktor bana doğru eğildi ve "ağrın mı var kızım?" Diye sordu. Yok ağrım falan benim genel olarak mimiğim bu. Ya sen doktorsun ağrım olduğunu da mı ben söylicem bir şeyi de bil ya. Ses çıkaramıyordum ve bu sinirimi bozmaya başlamıştı. Gözlerimi sımsıkı yumdum bu kez. "Başım..." diye inledim. Yine beyaz önlüklü genç bir kadın geldi. Doktor hemşireye bir şeyler söyledi ve hemşire yan tarafıma geçip serumumun ilacına bir şeyler ilave etti. Anlamadım. Ve bir bilinçsizliğe doğru adım attım.
Uyandığımda ilk uyanmamdan daha iyi hissediyordum. Hatta fazladan bir enerji vardı. Güneşten nefret eden ben, güneş tenime değsin istiyordum. Yine serum vardı sol elimde. Serumu çekip attım umarım damarı falan patlamamışımdır. Hafifçe bir ağrı vardı elimde. Muhtemelen bir odadaydım ama yatağımın sağ tarafında beyaz bir perde vardı. Yavaş hareketlerle yataktan indim. Çok yüksek gelmişti bu yatak. Yatağın ucunda ayakkabılarım vardı. Üstüme baktığımda hastanede giyilen elbiselerden olduğunu gördüm. Çok bol duruyordu. Her neyse diye kendi kendime söylenip ayakkabılarımı giydim. Perdeyi açtım ve o güzel yüzü gördüm. Dudaklarımda bir gülümseme oluştu istemsizce. Ve boynuna attım kendimi. "Sevgiliiiimmmm" diye bağırmayı da unutmamıştım.
Merhaba arkadaşlar, hikayenin ikinci bölümünü yayınladım fakat size bir şeyler açıklamam gerekiyor. Hikaye daha çok yeni evet ve tabii bende hikaye yazmakta çok yeniyim. Sizden tek isteğim okuduktan sonra yorum yapmanız. İyi ya da kötü her türlü şeye hazırım ve zaten bunları göze alarak yazmaya başladım. Umarım beğenmişsinizdir. Hikayenin yeni bölümünü de en kısa zamanda yükleyeceğim. İyi haftasonları ! :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırmızıyı Örten Siyah
Genç KurguSigara kokan, erkeklere sevişmeden sevmeyi öğreten bir kadın. Yorgun, dengesiz, güçlü bir kadının hikayesi bu yazdığım.