Amca / Leni

281 16 0
                                    

Bir öğleden sonra –tam günlük posta kapatılacağı sırada, K.'nın işi başından aşkınken– taşrada küçük bir toprak sahibi olan amcası, yazıları getiren iki odacının arasından onları iterek odaya girdi. K. bu manzara karşısında, uzunca bir süre önce amcasının gelişini kafasında canlandırdığında korktuğu kadar korkmadı. Amcasının gelmesi kaçınılmazdı, K. bunu yaklaşık bir aydır biliyordu. Daha o zaman amcasını sırtı biraz bükük, sol elinde ezilmiş Panama şapkasıyla, sağ elini daha uzaktayken kaldırırken ve aman vermez bir aceleyle, yoluna çıkan her şeyi devirerek yazı masasının üzerinden ona doğru uzatırken görür gibi olmuştu. Amcası hep acele ederdi, çünkü başkentteki hep bir günlük kalışları sırasında önceden kararlaştırdığı her şeyi yapabilmesi, ayrıca karşısına rasgele çıkan bir sohbeti, işi ya da eğlenceyi de kaçırmaması gerektiği gibi umarsız bir düşünce, peşini hiç bırakmazdı. Bu arada, eski vasisi olduğu için, amcasına karşı özel bir yükümlülüğü bulunan K., ona her bakımdan yardımcı olmak ve bir de gece onu evinde ağırlamak zorundaydı. "Taşradan gelen hortlak" diye adlandırırdı amcasını. 

Amcası selamlaşmanın hemen ardından –K.'nın kendisine gösterdiği koltuğa oturacak vakti yoktu– baş başa kısa bir konuşma yapmalarını istedi. "Zorunlu bu," dedi güçlükle yutkunarak, "benim yatışmam için zorunlu." K. odacıları hemen kimseyi içeri almamaları talimatını vererek yolladı. "Nedir bu duyduklarım, Josef?" diye bağırdı amcası yalnız kaldıklarında; masanın üstüne oturdu ve daha rahat edebilmek için çeşitli kâğıtları, ne olduklarına bakmaksızın, altına koydu. K. bir şey söylemedi, ardından ne geleceğini biliyordu, ancak yorucu işinin gerginliğinden ansızın kurtulmuş olarak kendini önce tatlı bir yorgunluğa bıraktı ve pencereden caddenin karşı yanına baktı, oturduğu yerden yalnızca küçük, üçgen biçiminde bir kesit, iki vitrin arasında boş bir bina duvarının bir parçası gözüküyordu. "Pencereden bakıyorsun," diye seslendi amca kollarını havaya kaldırarak, "Tanrı aşkına, bana cevap ver Josef. Doğru mu, doğru olabilir mi?" "Sevgili amcacığım," dedi K., dalgınlığından sıyrılarak, "benden ne istediğini gerçekten bilmiyorum." "Josef," diye karşılık verdi amca, uyarırcasına, "bildiğim kadarıyla hep doğruyu söyledin. Son sözcüklerini belki de kötü bir işaret saymalıyım." "Ne istediğini kestirebiliyorum," dedi K. uslu bir ifadeyle, "sanırım davamı duydun." "Öyle," diye karşılık verdi amca, başını ağır ağır sallayarak, "davanı duydum." "Kimden?" diye sordu K. Amca, "Erna bana yazdı," dedi, "Erna seninle haberleşmiyor, ne yazık ki onunla fazla ilgilenmiyorsun, ama o, buna karşın öğrenmiş. Mektubu bugün aldım ve doğal olarak hemen buraya geldim. Gelmemin başka bir nedeni yok, ama bu da yeterli bir neden gibi gözüküyor. Mektubun seninle ilgili bölümünü okuyabilirim." Mektubu cüzdanından çıkardı. "İşte burada. Şöyle yazıyor: Josef'i uzun zamandır görmedim, geçen hafta bir kez bankaya gittim, ama Josef'in o kadar işi vardı ki, beni yanına bırakmadılar; neredeyse bir saat bekledim, fakat ondan sonra piyano dersim olduğu için eve dönmek zorunda kaldım. Onunla görüşebilmiş olmayı çok isterdim, belki yakında bunun için bir fırsat çıkar. İsim günümde bana büyük bir kutu çikolata yolladı, çok sevimli ve nazik bir davranıştı. Bunu size o zaman yazmayı unutmuştum, ancak şimdi, siz bana sorunca anımsadım. Çünkü şunu söyleyeyim ki, çikolata pansiyonda hemen ortadan yok oluyor, insan kendisine çikolata armağan edildiğinin ayırdına varır varmaz elindeki çikolata gidiyor. Josef'e gelince, size söylemek istediğim bir şey daha var: Dediğim gibi, bankada yanına giremedim, çünkü bir beyle görüşüyordu. Bir süre sesimi çıkartmadan bekledikten sonra bir odacıya görüşme daha uzun sürecek mi, diye sordum. Sürebileceğini, çünkü görüşmenin herhalde şefe açılan bir davayla ilgili olduğunu söyledi. Bunun ne davası olduğunu, yanılıp yanılmadığını sordum, fakat o yanılmadığını, bir davanın, üstelik güç bir davanın söz konusu olduğunu, ama bundan fazlasını bilmediğini belirtti. Kendi hesabına şefine yardım edebilmeyi çok isterdi, çünkü şefi çok iyi ve çok haktanır bir beydi, ama nasıl yardım edebileceğini bilemiyordu ve tek dileği, nüfuzlu beylerin şefine sahip çıkmalarıydı. Ayrıca bu hiç kuşkusuz olacaktı ve işin sonu iyiye varacaktı, fakat şimdilik, şefin keyifsizliğinden anladığı kadarıyla, durum hiç iyi değildi. Bu konuşmaları elbet fazla önemsemedim ve akıl fukarası odacıyı yatıştırmaya çalıştım, başkalarına bu konudan söz etmesini yasakladım, şimdi de bütün bunlara bir gevezelik gözüyle bakıyorum. Bununla birlikte, sevgili babacığım, bundan sonraki ziyaretinde olayı araştırırsan belki iyi olur, daha kesin bilgi edinmek ve gerçekten gerektiği takdirde, çok nüfuzlu tanıdıklarına başvurmak, senin için güç olmayacaktır. Öte yandan böyle bir şeye gerek kalmadığı takdirde, ki en güçlü olasılık zaten bu, o zaman en azından kızın pek yakında seni kucaklamak fırsatını bulacaktır ve bundan sevinç duyacaktır. İyi bir çocuk," dedi amca sesli okumayı bitirince ve gözlerindeki birkaç damla yaşı sildi. K., başıyla onayladı, son zamanların hayhuyu içersinde Erna'yı bütünüyle unutmuştu, dahası yaş gününü bile unutmuştu ve çikolata hikâyesi herhalde onu amcası ve yengesi karşısında korumak için uydurulmuştu. Bu, çok duygulandırıcı bir davranıştı ve şimdiden sonra Erna'ya düzenli olarak göndermek istediği tiyatro biletleri, bunun için hiç kuşkusuz yeterli bir ödül değildi, ama K., pansiyon ziyaretleri yapmak ve on yedi yaşında, küçük bir lise öğrencisiyle sohbet etmek için elverişli bir konumda değildi. Mektup yüzünden bütün acelesini ve heyecanını unutmuş, mektubu baştan okur gibi gözüken amca, "Evet, ne diyorsun şimdi?" diye sordu. "Evet, amca," dedi K., "doğru." "Doğru mu?" diye bağırdı amca. "Nedir doğru olan? Nasıl doğru olabilir? Ne davası? Umarım bir ceza davası değildir!" "Bir ceza davası," diye yanıtladı K. "Ve sen, tepende bir ceza davası varken burada sakin sakin oturabiliyorsun, öyle mi?" diye bağırdı amca, sesi gittikçe yükseliyordu. "Ne kadar sakin olursam, sonuç o kadar olumlu olur," diye karşılık verdi K. yorgun bir ifadeyle. "Korkma." "Bunlar beni yatıştıramaz," diye bağırdı amca, "Josef, sevgili Josef, kendini düşün, akrabalarını düşün, temiz adımızı düşün. Bugüne kadar bizim onurumuzdun, şimdi utancımız olamazsın. Tutumuna gelince," başını biraz eğerek K.'ya baktı, "hoşuma gitmiyor, suçsuz yere dava edilen, gücü henüz yerinde olan biri böyle davranmaz. Ne olduğunu hemen bana söyle ki, sana yardım edebileyim. Herhalde bankayla ilgili, değil mi?" "Hayır," dedi K. ve ayağa kalktı, "çok yüksek sesle konuşuyorsun, sevgili amcacığım, odacı büyük bir olasılıkla kapının arkasındadır ve kulak kabartmıştır. Buradan çıksak iyi olur. O zaman bütün sorularını elimden geldiğince yanıtlarım. Aileye karşı hesap vermekle yükümlü olduğumu çok iyi biliyorum." "Doğru," diye bağırdı amca, "çok doğru, acele et Josef, acele et." K., "Birkaç iş vermem gerekiyor, ondan sonra tamam," diyerek telefonla muavini yanına çağırdı, adam birkaç saniye sonra içeri girdi. Amca, heyecanının etkisiyle adama eliyle işaret ederek kendisini çağırtanın K. olduğunu belirtti, oysa böyle olduğuna zaten kuşku yoktu. Masasının önünde duran K., kendisini soğuk bir ifadeyle, ama dikkatle dinleyen adama alçak sesle ve çeşitli yazıların yardımıyla, kendisi yokken bugün daha nelerin bitirilmesi gerektiğini açıkladı. Amca rahatsız ediyordu, önce gözlerini iri iri açarak, sonra sinirden dudaklarını ısırarak yanlarında durdu, gerçi onları dinlemiyordu, ama dinliyormuş gibi gözükmesi bile yeterince rahatsız ediciydi. Fakat daha sonra odada gidip geldi, arada sırada pencerenin ya da bir resmin önünde durdu, bu arada, "Doğrusu hiç anlamıyorum" veya "Şimdi söyle bakalım, bu işin sonu neye varacak?" gibisinden sözler söyledi. Genç adam sanki bütün bunların ayırdına varmıyormuş gibi yaptı, K.'nın direktiflerini sakin sakin sonuna kadar dinledi, bazı notlar da aldı ve hem K.'nın, hem de tam o sırada ona arkasını dönen ve öne uzattığı elleriyle perdeleri buruşturan amcanın önünde eğildikten sonra gitti. Kapı henüz tamamen kapanmamıştı ki, amca bağırdı: "Bu aptal herif sonunda gidebildi, şimdi artık biz de gidebiliriz. Sonunda!" Birkaç memurla odacının orada burada durdukları ve tam o sırada müdür yardımcısının da geçmekte olduğu giriş holünde amcanın davaya ilişkin sorular sormamasını sağlayabilecek bir çare ne yazık ki yoktu. "Evet, Josef," diye başladı amca, çevredekilerin eğilmelerine hafif bir selamla karşılık verirken, "şimdi bana açıkça söyle bakalım, ne davasıymış bu," dedi. K., birkaç sudan cümle söyledi, biraz da güldü ve ancak merdivenlere vardıktan sonra amcasına, başkalarının önünde açıkça konuşmak istemediğini belirtti. "Haklısın," dedi amca, "ama şimdi konuş." Başı yana eğik, bir purodan kısa ve acele nefesler çekerek dinlemekteydi. "Her şeyden önce, amca," dedi K., "burada normal bir mahkemenin baktığı bir dava söz konusu değil." "İşte bu kötü," diye karşılık verdi amca. K., "Nasıl yani?" diye sordu ve amcaya baktı. "Bunun kötü olduğu kanısındayım," diye yineledi amca. Caddeye inen merdivenlerde duruyorlardı; kapıcı kulak kabartmışa benzediğinden, K. amcasını aşağıya çekti; caddenin hareketli trafiği onları içine aldı. K.'ya asılmış olan amca artık davayı pek ısrarlı sormuyordu, hatta bir süre konuşmaksızın yürüdüler. Sonunda amca, "Peki bu nasıl oldu?" diyerek ansızın durdu; o kadar ani durmuştu ki, arkasından yürüyenler korkuyla iki yana açıldılar. "Böyle şeyler insanın başına ansızın gelmez, hazırlık dönemi uzun sürer, bana yazmaman da herhalde bunun işaretlerinden biriydi. Senin için her şeyi yaptığımı biliyorsun, çünkü bir ölçüde hâlâ vasin sayılırım ve bugüne kadar bundan gurur duyuyordum. Hiç kuşkusuz sana şimdi de yardım edeceğim, gelgelelim şimdi, dava görülmeye başlandıysa, bu çok zor. Her neyse, şimdi en iyisi kısa bir izin alıp kent dışına, bize gelmendir. Sen biraz zayıflamışsın da, bunu şimdi fark ediyorum. Taşrada güçlenirsin, sana iyi gelir, çünkü önünde elbet yorucu günler var. Ayrıca gelirsen, bir ölçüde mahkemenin etki alanından da uzaklaşmış olursun. Burada ellerinde, düşünülebilecek her türlü iktidar olanağı var ve bunları zorunlu olarak, otomatik olarak sana da uygulamaktalar; oysa taşrada önce organlara yetki vermek ya da mektup, telgraf ya da telefonla senin üzerinde etkin olmaya çalışmak zorunda kalırlar. Bu da elbet etkiyi zayıflatır, gerçi seni kurtarmaz, ama rahat soluk almanı sağlar." "Yolculuğa çıkmamı yasaklayabilirler," dedi, amcanın söylediklerini biraz olsun kendi düşüncelerinin akışına katan K. "Bunu yapacaklarını sanmıyorum," diye karşılık verdi amca düşünceli bir ifadeyle, "senin yolculuğunla uğrayacakları iktidar kaybı bu kadar büyük değil." K., amcasının durmasını engellemek için koluna girdikten sonra. "Ben, senin bütün bu olanları benden daha az önemseyeceğini düşünmüştüm," dedi, "oysa şimdi sen aşırı üzülüyorsun." "Josef," diye bağırdı amca ve durabilmek için ondan sıyrılmak istedi, fakat K. onu bırakmadı, "sen değişmişsin, hep çok doğru kavrayabilme yeteneğin vardı, bu yeteneğin şimdi mi seni yarı yolda bırakıyor? Davayı yitirmek mi istiyorsun? Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Bu, listeden silineceksin demek. Ve bütün akrabaların da seninle birlikte sürüklenecek ya da en azından sonsuz aşağılanacak. Kendini topla, Josef. Senin umursamazlığın karşısında aklımı kaçıracağım. İnsanın sana bakınca, neredeyse, 'Böyle bir davası olan onu baştan yitirmiştir' diyen atasözüne inanası geliyor." "Sevgili amcacığım," dedi K., "heyecanlanmak son derece yararsız, senin açından böyle, heyecanlansaydım benim için de aynı şey geçerli olurdu. Davalar heyecanla kazanılmaz, benim pratik deneyimlerime de biraz geçerlik tanı, tıpkı, beni şaşırttıkları zaman bile, senin deneyimlerine geçmişte olduğu gibi şimdi de çok saygı duymam gibi. Dava yüzünden ailenin de acı çekeceğini söylediğine göre –ki ben bunu anlayamıyorum, ama önemli değil–, söylediklerini yapmaya memnuniyetle hazırım. Yalnız şu taşrada kalmayı senin açından bile yararlı bulmuyorum, zira bu, kaçmak ve suçluluk duymak anlamına gelirdi. Ayrıca burada her ne kadar daha çok izleniyorsam da, öte yandan kendi işime daha çok sahip çıkabilirim." "Doğru," diye yanıtladı amca, sanki sonunda yakınlaşıyorlarmış izlenimini uyandıran bir ses tonuyla, "o öneride bulunmamın nedeni, burada kaldığın takdirde umursamazlığının davayı tehlikeye düşürebileceğini ve senin yerine benim çalışmamın daha iyi olacağını düşünmemdi. Ama işin peşine var gücünle kendin düşmek istiyorsan eğer, böylesi elbet çok daha iyi." "Demek bu konuda anlaştık," dedi K. "Peki şimdi önce ne yapmam gerektiğine ilişkin bir önerin var mı?" "Doğal olarak konuyu biraz düşünmem gerekiyor," diye karşılık verdi amca. "Yirmi yıldır neredeyse kesintisiz taşrada yaşadığımı göz önünde bulundurmalısın, böyle olunca insanın bu yöndeki sezgi gücü biraz azalıyor. Buraları belki de daha iyi bilen kişilerle olan çeşitli önemli ilişkiler kendiliğinden gevşedi. Taşrada biraz terk edilmiş gibiyim, bunu sen de biliyorsun. Fakat insan bunun ayırdına ancak böyle durumlarda varıyor. Erna'nın mektubundan sonra benzer bir şeyler sezmeme ve bugün seni görünce neredeyse kesinlikle emin olmama karşın, başına gelen benim için biraz da beklenmedik oldu. Ama fark etmez, şimdi en önemlisi zaman yitirmemek." Amca daha konuşurken, ayak uçlarında yükselerek bir otomobil çağırmıştı ve şimdi bir yandan sürücüye bağırarak bir adres söylerken, bir yandan da K.'yı arkasından arabanın içine çekti. "Şimdi Avukat Huld'a gidiyoruz," dedi. "Benim okul arkadaşımdı. Adını mutlaka biliyorsundur, değil mi? Bilmiyor musun? İşte bu tuhaf. Çünkü hem ceza avukatı, hem de yoksullara yardım eden bir avukat olarak büyük ünü vardır. Bana gelince, kendisine özellikle insan olarak çok güvenirim." K., amcanın olayın üstüne böylesine düşmesinden, düşerken de çok acele etmesinden tedirginlik duymasına karşın, "Sen ne yaparsan bana göre uygundur," dedi. Davalı olarak yoksulların işlerine bakan bir avukata gitmek pek hoş değildi. "Böyle bir konuda da bir avukata başvurulabileceğini bilmiyordum," diye ekledi. "Elbet başvurulur," dedi amca, "bu çok doğaldır. Neden olmasın? Şimdi bana şu ana kadar olup bitenlerin hepsini anlat ki, konu hakkında eksiksiz bilgim olsun." K. hiçbir şey gizlemeksizin hemen anlatmaya başladı, mutlak anlamdaki açıksözlülüğü, amcanın davanın bir ayıp olduğu yolundaki düşüncesi karşısında kendince olası gördüğü tek protestoydu. Bayan Bürstner'in adından yalnızca bir kez, o da öylesine söz etti, fakat bu, açıksözlülüğünü kısıtlamış olmadı, çünkü Bayan Bürstner'in davayla hiçbir ilintisi yoktu. K., anlatırken pencereden baktı ve tam o sırada mahkeme bürolarının bulunduğu varoşa yaklaştıklarının ayırdına vardı, bu konuda amcasının da dikkatini çekti, ama amca bu rastlantıyı pek çarpıcı bulmadı. Amca hemen giriş katında, ilk kapıyı vurdu; beklerlerken, gülümseyerek iri dişlerini gıcırdattı ve fısıldadı: "Saat sekiz, müşteriler için normal bir saat değil. Ama Huld bana kızmaz." Kapıdaki küçük pencerede bir çift iri siyah göz belirdi, gözler bir süre iki ziyaretçiye baktıktan sonra yok oldu; fakat kapı açılmadı. Amca ile K., iki göz gördükleri olgusunu karşılıklı onayladılar. Amca, "Yabancılardan korkan yeni bir hizmetçi kız," diyerek kapıyı bir kez daha çaldı. Gözler yeniden belirdi, şimdi neredeyse acılı oldukları söylenebilirdi, ama belki de bu yalnızca, başların biraz üzerinde, açıkta güçlü bir hışırtıyla yanan, buna karşılık az ışık veren gaz alevinin yol açtığı bir yanılsamaydı. Amca, "Açın," diye bağırdı ve yumruğuyla kapıya vurdu, "Avukat Bey'in arkadaşlarıyız." Arkalarından bir ses, "Avukat Bey hasta," diye fısıldadı. Küçük koridorun öteki ucundaki bir kapıda duran, sırtında ropdöşambr bulunan bir bey, bu haberi son derece alçak bir sesle vermişti. Uzun bekleyişten ötürü zaten öfkelenmiş olan amca, bir hamlede arkasına dönüp, "Hasta mı? Hasta mı dediniz?" diye bağırdı ve neredeyse tehdit edercesine, sanki hastalık adamın kendisiymiş gibi, ona doğru yürüdü. Adam, "Açtılar," dedi, avukatın kapısını gösterdi, ropdöşambrının önünü kavuşturdu ve çekildi. Kapı gerçekten açılmıştı, uzun beyaz önlüklü bir genç kız –K., koyu renkli, biraz yuvalarından uğramış gibi gözüken gözleri tanımıştı– antrede duruyordu, elinde bir mum vardı. Amca, selamlama yerine, " Bir daha kapıyı daha çabuk açın," dedi, kız hafifçe dizlerini kırarak selam vermişti. "Gel, Josef," dedi amca sonra, ağır ağır kızın yanından içeri süzülen K.'ya. Amca hiç durmaksızın acele adımlarla bir kapıya doğru gittiğinden, kız, "Avukat Bey hasta," diye yineledi. Kız evin kapısını kapatmak için sırtını döndüğünde K. hâlâ şaşkınlıkla ona bakıyordu, kızın tıpkı oyuncak bir bebeğinki gibi yusyuvarlak bir yüzü vardı, yalnız solgun yanakları ve çenesi değil, şakakları ve alnının çevresi de yuvarlak çizgilerle belirlenmişti. Amca yine, "Josef," diye seslendikten sonra kıza sordu: "Yine kalbi mi?" "Sanırım," karşılığını verdi kız, bu arada mumla önden gidip kapıyı açacak zaman bulmuştu. Odanın mum ışığının henüz erişemediği bir köşesinde, yatakta uzun sakallı bir yüz doğruldu. Mumdan gözleri kamaştığı için konukları henüz tanımamış olan Avukat, "Kim geldi, Leni?" diye sordu. "Ben, eski dostun Albert," dedi amca. Avukat, "Ah, Albert," dedikten sonra, böyle bir ziyaret için olduğundan farklı görünmesine gerek yokmuşçasına, kendini yine yastıklara bıraktı. Amca, "Gerçekten bu kadar kötü mü?" diye sorduktan sonra yatağın kenarına oturdu. "Sanmıyorum. Kalp hastalığından kaynaklanma bir krizdir ve bundan öncekiler gibi geçecektir." "Olabilir," dedi Avukat kısık sesle, "ama öncekilerden daha kötü. Zor soluk alıyorum, uyuyamıyorum ve gücümü her gün biraz daha yitiriyorum." Amca, "Demek böyle," diye karşılık verdi; iri eliyle Panama şapkasını dizinde neredeyse ezmekteydi. "Bunlar kötü haberler. Hem doğru dürüst bakılıyor musun? Burası çok kasvetli, çok karanlık. Son kez gelişimden bu yana uzun zaman geçti, o zaman burası daha bir sevimliydi. Genç kız da pek neşeli görünmüyor ya da rol yapıyor." Kız elinde mumla hâlâ kapının yakınında durmaktaydı, bakışının belirsiz ifadesinden anlaşılabildiği kadarıyla, şu anda kendisinden söz ederlerken bile, amcadan çok K.'ya bakıyordu. K., kızın yakınına itmiş olduğu bir koltuğa dayanmıştı. "İnsan benim kadar hasta olunca," diye konuştu Avukat, "dinlenmeyi gereksinir. Bana kasvetli gelmiyor." Kısa bir aradan sonra ekledi: "Ve Leni bana iyi bakıyor, dürüst bir kız." Fakat bunlar amcayı inandıramazdı, bakıcıya karşı önyargılı olduğu belliydi, gerçi hastaya bir yanıt vermedi ama, kız yatağa gidip mumu komodinin üstüne koyduğunda, hastaya doğru eğildiğinde ve yastıkları düzeltirken bir şeyler fısıldadığında, sert bakışlarını ondan ayırmadı. Hastayı da düşünmeyi neredeyse unuttu, ayağa kalktı, bakıcının arkasından oraya buraya gitti ve eğer onu arkadan, eteğinden yakalayıp yataktan uzaklaştırmaya kalkışsaydı, K. şaşırmayacaktı. K.'ya gelince, sakin sakin olup bitenleri izliyordu, dahası Avukat'ın hastalığından hiç hoşnut kalmadığı da söylenemezdi, amcanın davaya gösterdiği yoğun ilgiyi engelleyememişti, şimdi bu ilginin kendisinin bir katkısı bulunmaksızın yolundan sapmasını memnuniyetle karşılıyordu. O sırada amca, belki de bakıcıya hakaret etmiş olmak için şöyle dedi: "Bizi lütfen biraz yalnız bırakın, arkadaşımla özel bir konuyu görüşeceğim." Henüz boylu boyunca hastanın üzerine eğilmiş, çarşafın duvar tarafındaki kısmını düzeltmekte olan bakıcı kız yalnızca başını döndürdü ve amcanın öfkeden bir duraklayıp bir köpürürcesine akan konuşmasından çarpıcı biçimde ayrılan, çok dingin bir ifadeyle konuştu: "Görüyorsunuz, beyefendi hiçbir konuyu görüşemeyecek kadar hasta." Kız, amcanın sözcüklerini herhalde yalnızca üşendiği için yinelemişti, ama bu yansız birince bile bir alay olarak alınabilirdi, amca ise doğal olarak bir yerine bir şey batmışçasına coştu. "Lanet olası," dedi heyecanın ilk boğukluğu içersinde henüz epey anlaşılmaz bir tonda, K., buna benzer bir şey beklemiş olmasına karşın irkildi ve iki eliyle birlikte ağzını kapamaya kesinlikle kararlı, amcaya doğru koştu. Neyse ki hasta, kızın arkasında doğruldu, amca sanki iğrenç bir şey yutuyormuşçasına yüzünü buruşturdu ve ondan sonra daha sakin konuştu: "Herhalde aklımızı kaçırmış değiliz; istediğim şey olanaksız olsaydı, istemezdim. Şimdi lütfen çıkın." Bakıcı kız, tamamen amcaya dönük, yatağın yanında dikilmişti, bir eliyle, eğer K. yanılmıyorsa, Avukat'ın elini okşuyordu. "Leni'nin önünde her şeyi söyleyebilirsin," dedi hasta, dileğinde kesinlikle direnen bir tonda. "Konu benimle ilgili değil," karşılığını verdi amca, "bana ait olmayan bir sır." Ve sonra artık başka tartışmalara girmeyi aklından geçirmiyormuş, fakat düşünmek için küçük bir süre tanıyormuşçasına döndü. Avukat, gittikçe sönen bir sesle, "Peki kiminle ilgili?" diye sordu ve kendini yine yatağa bıraktı. "Yeğenimle," dedi amca, "onu da getirdim." Ve tanıştırdı: "Banka şefi Josef K." "Ah," diye karşılık verdi hasta çok daha canlı, K.'ya elini uzattı, "özür dilerim, sizi görmemiştim." "Git, Leni," dedi, artık zaten direnmeyen bakıcı kıza ve sonra sanki uzun bir ayrılık imişçesine elini uzattı. "Demek sen," diye döndü sonunda amcaya, şimdi o da barışık bir tavırla yaklaşmıştı, "bana geçmiş olsuna değil, iş için geldin." Sanki bir hasta ziyareti düşüncesi Avukat'ı o ana kadar felce uğratmıştı, şimdi öylesine güçlenmiş görünüyordu, hep bir dirseğine dayanıyordu, bu da epey çaba gerektiriyor olmalıydı, bu arada sakalının ortasındaki bir kılı sürekli çekiştiriyordu. "O cadı dışarı çıktığından beri çok daha sağlıklı görünüyorsun," dedi amca. Konuşmasına ara verdi, "bahse girerim ki dinliyordur," diye fısıldadı ve kapıya hamle etti. Ama kapının arkasında kimse yoktu, amca geri döndü, düş kırıklığına uğramamıştı, çünkü kızın dinlememiş olması, ona göre daha da büyük bir kötülüktü, fakat öfkeliydi. "Onun hakkında yanılıyorsun," dedi Avukat, bakıcı kızı daha fazla korumaya kalkışmaksızın; belki de böylece kızın korunmayı gereksinmediğini anlatmak istiyordu. Sonra çok daha anlayışlı bir tonla konuşmasını sürdürdü: "Yeğeninin sorununa gelince, gücüm bu son derece güç görev için yeterli olursa, kendimi mutlu sayarım; ama yeterli olmayacağından çok korkuyorum, ne olursa olsun, elimden geleni yapacağım; ben yetersiz kalırsam, birine daha başvurulabilir. Doğruyu söylemek gerekirse, olay beni hiç işe karışmamamı olanaksız kılacak kadar çok ilgilendiriyor. Kalbim dayanamadığı takdirde, en azından bütünüyle durmaya değecek ölçüde saygın bir fırsata kavuşmuş olur." K., bu konuşmanın tek sözcüğünü bile anlamadığına inandı, bir açıklama bulmak için amcasına baktı, fakat o elinde mumla üstünden bir ilaç şişesinin halıya yuvarlanmış olduğu komodine oturmuş, Avukat'ın bütün söylediklerini başıyla onaylıyordu, hepsine katılıyordu, arada sırada bakışlarıyla K.'yı da katılmaya çağırıyordu. Acaba amca davadan Avukat'a daha önce söz etmiş miydi, ama bu olanaksızdı, çünkü daha önce olup bitenlerin hepsi böyle bir olasılığı dışlıyordu. "Anlamıyorum," dedi bu nedenle. "Yoksa ben mi sizi yanlış anladım?" diye sordu Avukat K.'nınkinden aşağı kalmayan bir şaşkınlık ve sıkılganlıkla. "Belki de acele ettim. Benimle hangi konuda konuşmak istiyordunuz? Ben davanızla ilgili olduğunu düşünmüştüm." Amca, "Elbet öyle," dedikten sonra K.' ya döndü: "Nedir senin istediğin?" "Peki ama, nasıl oluyor da bana ve davama ilişkin bir şeyler biliyorsunuz?" diye sordu K. "Ha, anladım," diye yanıtladı Avukat gülümseyerek, "ben bir avukatım, mahkeme çevrelerine girip çıkıyorum, oralarda çeşitli davalardan ve bu arada daha dikkat çekici olanlardan söz ediliyor, özellikle bir dostun yeğenine ilişkin olandan söz edildiği zaman insan bunu belleğinde tutuyor. Bunun tuhaf bir yanı yok. "Nedir senin istediğin?" diye sordu amca K.'ya bir kez daha. "Çok tedirginsin." "Demek o mahkeme çevreleriyle ilişkiniz var," dedi K. Avukat, "Evet," yanıtını verdi. "Çocukça soruyorsun," dedi amca. "Kendi alanımdan insanlarla ilişki kurmayacağım da kimlerle kuracağım," diye ekledi Avukat. Söylediği kulağa öylesine çürütülemez geliyordu ki, K. hiç karşılık vermedi. "Ama siz, çatı katındaki mahkemede değil, Adalet Sarayı'ndaki mahkemede çalışıyorsunuz," demek istemiş, gelgelelim bunu gerçekten söyleyebilecek kadar kendini aşamamıştı. "Düşünmelisiniz ki," diye devam etti Avukat kendiliğinden anlaşılır bir şeyi gereksiz yere ve öylesine açıklıyormuşçasına, "düşünmelisiniz ki, böyle ilişkilerden müşterilerim için büyük yararlar da sağlıyorum, hem de birçok bakımlardan, bundan sık söz etmek uygunsuz olur. Şimdi hastalığım nedeniyle doğal olarak biraz engelli durumdayım, ama yine de mahkemedeki iyi dostlarım ziyaretime geliyorlar ve bir şeyler öğreniyorum. Belki de sağlık durumları çok iyi olup bütün günü mahkemede geçirenlerin öğrendiklerinden daha çoğunu öğrenebiliyorum. Örneğin şu anda da sevdiğim bir ziyaretçim var." Ve odanın karanlık köşelerinden birini gösterdi. "Nerede?" diye sordu K. ilk şaşkınlıkla neredeyse kabaca. Tedirgin, çevresine baktı; küçük mumun ışığı kesinlikle karşı duvara kadar ulaşamıyordu. Ve şimdi gerçekten de orada, köşede, bir şey kıpırdanmaya başlamıştı. Amcanın havaya kaldırdığı mumun ışığında, yaşlıca bir beyin ufacık bir masanın başında oturduğu görüldü. Bunca zaman ayırdına varılmadığına göre, herhalde hiç soluk almamış olmalıydı. Şimdi ise görünüşe bakılırsa dikkatlerin üzerine çekilmesinden hoşnut kalmamış olarak, ağır ağır yerinden kalktı. Kısa kanatlar gibi hareket ettirdiği elleriyle bütün tanıştırmaları ve selamları savuşturmak, varlığıyla başkalarını kesinlikle rahatsız etmemek, ısrarla yeniden karanlığa atanmasını ve varlığının unutulmasını ister gibiydi. Gelgelelim ona bu izin artık verilemezdi. Avukat bir açıklama yapmış olmak için, "Bizi şaşırttınız," dedi ve adama yaklaşması için cesaret verircesine elini salladı; adam ağır ağır, çekingen bir ifadeyle çevresine bakınarak, ama yine de belli ölçüde saygı aşılayan bir tavırla yaklaştı, "Sayın kalem müdürü –ah, evet, özür dilerim, tanıştırmadım– dostum Albert K., yeğeni banka şefi Josef K. ve sayın kalem müdürü, evet, sayın müdür beni ziyaret etme inceliğini gösterdi. Böyle bir ziyaretin değerini ancak işin içinde olan, yani sayın müdürün işinin ne kadar başından aşkın olduğunu bilen biri takdir edebilir. Kendisi yine de geldi, zayıflığım elverdiği ölçüde tatlı tatlı konuştuk, gerçi Leni'nin ziyaretçi kabul etmesini yasaklamamıştık, çünkü beklenen de yoktu, ama yine de yalnız kalmamız gerektiğini düşünmüştük, fakat ondan sonra senin kapıya inen yumrukların duyuldu, Albert ve sayın kalem müdürü koltuğu ve masasıyla birlikte köşeye çekildi, oysa şimdi görüldüğü kadarıyla herhalde, yani istenirse demek istiyorum, ortak bir sorunu görüşmek durumundayız ve rahatça yeniden bir araya gelebiliriz. Buyrun, sayın müdür." Avukat, bunları başıyla onaylayarak ve alttan alan bir gülümsemeyle söyledikten sonra yatağın yakınındaki bir koltuğu gösterdi. Kalem müdürü dostça bir ifadeyle, "Ne yazık ki ancak birkaç dakika kalabilirim," deyip koltuğa yayıldı ve saate baktı, "işler beni bekliyor. Ama yine de dostumun bir dostunu tanıma fırsatını kaçırmak istemiyorum." Başını hafifçe bu yeni tanışıklıktan ötürü çok memnun gözüken, fakat yaradılışı gereği iyi duygularını karşısındakine gösteremeyen ve kalem müdürünün sözlerine sıkılgan, ama yüksek tonda bir gülmeyle eşlik eden amcaya doğru eğdi. Ne kadar çirkin bir andı! K., sakin sakin olup bitenleri izleyebiliyordu, çünkü ona aldıran yoktu, kalem müdürü bir kez çağrıldıktan sonra, görünüşe bakılırsa alışkanlığın etkisiyle, konuşmanın yöneticiliğini üstlenmişti, ilk zayıflık belirtisiyle belki de ziyaretçilerin savuşturulması amaçlanan Avukat, elini kulağına götürmüş, dikkatle dinlemekteydi, mumu taşıyan amca –mumu baldırının üstünde dengeliyordu, Avukat da ikide bir endişeyle oraya bakıyordu– sıkılganlığından hemen kurtulmuştu, şimdi kalem müdürünün gerek konuşma biçiminden, gerekse bu konuşmaya eşlik eden, dalgaları andıran el hareketlerinden yalnızca zevk almaktaydı. Karyolanın sütununa dayanmış olan K., kalem müdürünce belki de amaçlı olarak bütünüyle görmezlikten gelinmekte ve yaşlı adamlara yalnızca dinleyici olarak hizmet etmekteydi. Ayrıca neden söz edildiğini hemen hiç bilmiyordu, bazen bakıcıyı ve kızın amcasından gördüğü kötü davranışı, bazen de kalem müdürünü daha önce de görüp görmediğini, belki ilk soruşturma sırasındaki toplantıda görmüş olabileceğini düşünüyordu. Belki yanılıyor olsa bile, kalem müdürünün toplantıya katılan ve ilk sırada oturan, seyrek sakallı yaşlı adamların arasına çok yakışacağı kuşkusuzdu.

DavaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin