13

3.4K 385 74
                                    

jimin tren garının yanındaki küçük kafede yoongi'nin gelmesini beklerken avuçlarının içindeki bardağı dudaklarına götürerek kahvesinden bir yudum aldı.

uzun bir süredir takip ettiği min yoongi ile tanışmış olması bile onu yeterince mutlu yaparken şimdi onunla seyahat edecek olması içini kıpır kıpır yapıyordu.

ayaklarını yere vurarak ritim tutarken bir yandan da buğulu camdan dışarıyı gözlüyordu. yoongi ile konuşmasının üzerinden on beş dakika geçmişti, gara varmasına az kalmış olmalıydı.

o camdan dışarıyı izlemeye devam ederken titreyen telefonuyla elindeki bardağı masaya bıraktı ve telefonuna gelen mesajı açtı.

yoongi geldiğini belirten bir mesaj atmıştı. mesajı okuduğu gibi yanıt vermeden ceketini üzerine giymiş ve küçük bavulunu alarak kafeden çıkmıştı.

hızlı adımlarla gara girdiğinde trenin kalkacağı platforma doğru ilerlemeye başlamıştı. platformdaki kolonlardan birine yaslanarak yoongi'yi beklerken omzunda hissettiği el ile irkildi. kafasını çevirdiğinde gördüğü beden ile kalp atışları hızlanmaya başladı.

"merhaba jimin." gözlerini kendisine gülümseyerek bakan yoongi'den alamazken dudaklarını yalayarak ona selam verdi. "merhaba bay min." ve o an yoongi, jimin'in hiç beklemediği bir şey yaptı. elindeki bavulu yere bırakarak jimin'e sarıldı.

jimin bedenine sarılan kollarla neye uğradığını şaşırırken en sonunda o da yoongi'nin sarılışına karşılık vermişti.

"bana bay min demene gerek yok küçük. yoongi hyung diyebilirsin." diyerek geri çekildiğinde jimin gözlerini kırpıştırarak ona baktı. "pe-peki yoongi hyung." yoongi, küçüğünün dudaklarının arasından dökülen ismiyle daha çok gülümserken göz ucuyla saate baktı, ardından jimin'in elini tutarak önlerinde duran trene ilerlemeye başladı.

"beş dakikamız kalmış jimin, acele edelim." jimin kenetli ellerine bakarken yaşadığı anın gerçekliğini sorguluyordu. yoongi'ye ilk yazdığı zaman onunla bu kadar yakın olacağı aklının ucuna bile gelmemişti. Onu terslemeyeceğini ya da engel atmayacağını biliyordu fakat yine de uzun bir süre konuşacaklarını ve beraber seyahate çıkacak kadar yakın olacakları aklının ucundan geçmemişti bile.

yoongi hâlâ onun elini tutarken vagonda düşmemeye dikkat ederek kendi kalacakları yeri bulmaya çalışıyorlardı. doğrusu sadece yoongi çalışıyordu çünkü jimin'in pek kendisinde olduğu söylenemezdi.

"jimin bak burasıymış. hadi gel içeri." yoongi kısa bir anlığına jimin'in elini bırakıp önlerine çıkan kapıyı kaydırarak kalacakları küçük oda gibi yere gittiğinde jimin de en sonunda kendine gelmiş ve onun peşinden ilerlemişti.

yoongi'nin tam karşısındaki koltuğa oturduğunda bavulunu ayağının ucuna bıraktı.

"hyung, ne kadar yolumuz var?" diye bir soru yönelttiğinde yoongi bakışlarını camdan çekip kendisine bakan küçüğüne çevirdi. "bilmiyorum jimin-ah. personel biletleri kontrol etmeye geldiğinde sorarız."

trenin hareket etmesiyle yoongi yerinden kalkıp karşı koltuğa, jimin'in yanına oturdu. "sonunda seni gördüğüme inanamıyorum." jimin sanki onun hayal ürünüymüş, gerçek olamazmış gibi bakıyordu yoongi ona. onunla konuşurken her zaman onun nasıl biri olduğunu merak etmişti. ilk başta eğlence arayan biri olabileceğini düşünse de daha sonrasında uzun bir süredir mahkemelerine geldiğine öğrendiğinde bu fikrinden vazgeçmişti

"ben de inanamıyorum hyung. aslında bu ilk görüşürüm değil ama yine de heyecanlıyım." dediğinde yoongi kıkırdamıştı. eh, kendisinin de jimin'den pek bir farkı yoktu.

bir süre sonra personel biletlerine bakmak için kapıyı açana kadar sohbet etmişlerdi. jimin'in gerginliği ve heyecanı biraz olsun yok olmuştu. ve beraber güzel bir yolculuk geçirmişlerdi.

***

beklemenize değmediğini biliyorum, bu yüzden özür dilerim

gün içinde yetiştirebilirsem bir bölüm daha atmaya çalışacağım, kendinize iyi bakın

sizi seviyorum

dusk till dawn, yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin