Başlangıç

60 11 10
                                    


19 Kasım 1997

-Kraliyet yakınlarındaki küçük bir köy

Yaprakları üşüten ve dalından koparmaya yeminli soğuk rüzgarların sıkça yaşandığı bu sert kış döneminde insanlar derme çatma evlerinden çıkıp kendine sığınacak başka bir yer aramaya çalışırken oradan oraya koşuşturan toplulukların çığlık uğultuları kulaklarda yankı yapıyordu. Satıcı ve tüccar birçok adam tezgahını bile toplamaya fırsat bulamadan kaçmaya çalışırken elindeki bebeğiyle, seslere karışan şiddetli göz yaşının bağırışlarına karıştığı genç kadın kocası ile koşmaya devam etti. Bebekleri daha çok küçüktü, ilk kez dünyaya açtığı gözlerinin savaşın sert ifadelerine denk gitmesi oldukça acımasızcaydı. Genç kadın bebeğinin kafasını öpüp okşadığında herşey kifayetsizdi, genç annenin cennetten kopardığı o çiçeğin bebeğe dokunuşu şuan oldukça faydasızdı fakat yapması gereken çok önemli bir eylemin olduğunu kendiside, kocasıda çok iyi biliyordu.

Genç kadın engellere takılıp yırtılan uzun eski kumaştan elbisesini dahi umursayacak durumda değildi. Adam kadını tutup onunla koşmaya çalışırken ikisi de bir an önce gitmesi gereken yere gitmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Savaşta şartlar eşit değildi bir taraf diğer taraftan fazlasıyla üstünken tek çare engellere rağmen dikenli yolda koşmaktı. Kan damlalarının biriktirdiği onca cesarettin yerde yattığını bilmek bile içlerini kemiren o korku dolu duyguya neden olsada güçlü olmak zorundaydılar. Yoksa bu Savaş, başka türlü tahammülsüzdü.

Yeni evlenmiş olan genç kadın ve adam içten içe varlıklarının bir süre sonra yokluğa karışacağını hissetsede yapmaları gerekeni yapmadan ölemezlerdi, ölmemelilerdi.
Koştukları onca engelli yolun sonunda ormana geldiklerinde biraz daha ilerlediler. Ormanın sessiz havası dahi uzaktan gelen feryatlara sessiz değildi artık. Ağaçların arasından geçen hızlı esintiler kadının saçlarını savururken gelmeleri gereken yere gelmişlerdi. Büyük mağaranın bu küçük girişinden önce kendisi sonra kocası girmişti.

Taştan kapıyı örtüp küçük bebeğin narin bedenini yerdeki bir örtünün üzerine bıraktılar. Bebek öylesine güzel öylesine tatlıydı ki , sanki ölümlerin acı gözyaşları bebeğin tebessümleri ile son bulacak gibiydi. Genç anne tereddütsüzce eline aldığı bıçağı sol kolundaki damara sertçe batırdı. Aynısını baba da yapmıştı. Akan kan damlaları bir kasede toplandığında kadın kanı bebeğin üzerine döküp büyü malzemelerinin arasından o nadir suyu çıkarttı. Bu su bir zümrüdü ankanın gözyaşlarının bütünüydü. Küçük bir şişede duran bu kudretli sıvıyı bebeğin üzerine döküp gözyaşlarının ıslattığı yanağındaki saçını geriye attı genç kadın. Kolundan akan kanın durmaması onun için önemli değildi, bunu şimdi yapmalıydı. Sonrası veya öncesi yoktu. Gözlerini kapatıp kocasının elini tutan genç kadın ve adam boşta kalan ellerini bebeğin kalbinin tam üstüne koydular. Kadın yabancı bir dille konsantre olmuş biçimde fısıldadığı cümleleri sonlandırıp gözlerini açtı. İşte, işte olmuştu. Bebek artık korunabilirdi. Ona zarar veremeyecekti, hiçkimse ! Çünkü genç kadın bu zamana denk kimsenin bilmediği o güçlü büyücü
Elizabeth Wilsondu.

Acı ile dolup taşan duyguların kifayetsiz kaldığı bu ana dek herşey, çok daha kolay gibiydi. Kadının yanaklarından süzülüp yere düşen gözyaşları çoğaldığında boynunda ışıldayan mavi taşlı kolyeyi çıkarıp bebeğin pürüzsüz boynuna taktı. Tekrar fısıldadığı birkaç sözcük sonrası bebek kaybolduğunda kocası kadını sımsıkı sarmaladı. Bebekleri artık güvendeydi, bunu bilmek iki bireyinde gönlünü rahatlatsada onu bir daha görmeyecekleri için hissettikleri acı bir ömrün son buluşu kadar inciticiydi.

İki çift birbirlerine sarılıp ağlarken genç adamın kulağına gelen adım sesleri ile karısının saçlarını daha çok okşayıp ona canının yanmayacağını ve hep yanında olacağını fısıldadı narince. İşte gelmişti. Ölüm perisi kapıyı çalmaya gerek duymadan bedenlere nüfuz edecekti. Mağaranın taştan duvarı yıkıldığında kadın daha da fazla ağladı. Ölmek istemiyordu ! Bebeği ile olmak onu büyütebilmeyi istiyordu. Kokusunu istediği an içine çekip onu okula kendi götürüp getirmeyi istedi, ama yapamayacaktı.

Genç adam ve kadını birbirlerinden ayıran genç görünümlü oldukça Görkemli kanatlara sahip bedeni siyah bürünmüş cadı iki bireyide meydana çoktan çıkarmıştı. Köye kadar sürdüğü iki beden yol boyu birbirlerine burukça gülümsemekten başka hiçbirşey yapmamış, sadece yanında olduklarını anlatmışlardı birbirlerine. Cadı yanındaki birkaç gardiyan görünümlü iğrenç yaratıkla direklere bağladıkları bedenlere iğrenerek bakıp alayla kahkaha atarken, siyaha bürünmüş cadı, en güçlü büyücüyü öldürecek olmanın keyifli ile başını kaldırıp alayla süzdü korkak insan topluluğunu. İnsanlara bu güzel büyücünün bütün gerçekliğini zıtlaştırıp asıl kötünün bu melek olduğundan bahşetmiş ve iki bedeninde boğazına sert halatlar bağlatmıştı. Cadının yanında duran topluluk artarken, kulaklara ulaşan kahkahalar da artmıştı. Hepsi acımasız ve zalim insanlardı. Düşmandan başka birşey beklenmezdi zaten fakat bir ölüm ne zamana dek bu kadar sevindirmişti bu iğrenilesi kalpleri ? İşte bunu sadece ölümle burun buruna nefes alan o iki beden biliyordu. Cadı gülüşleri sonlandırıp sessizlik yarattığında yüksek sesle telaffuz ettiği cümleleri bastıra bastıra söyleyip iki bedenin de kafalarının bedenlerinden ayrılıp ateşte yanıp kül olmasına sebep olmuştu.

Yanan bedenleri keyifle izleyen insanlar büyük alkışlar tutarken, artık dünyadan ayrılmış o iki beden ölmeden önce bedenlerini rahatlatıp düşüncelerini sonlandıran teselliler söylenmek yerine o iki sözcüğü ağızlarından son kez çıkardılar,

İşte sadece ikisinin duyduğu o kelimeleri asırlar sonra herkes duyacak, çoktan başlamış olan bu hayata çok kişi tanıklık edecekti.

"Violet Wilson"


Oy ve yorum desteklerinizi bekliyorum ♾

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oy ve yorum
desteklerinizi bekliyorum

İyi
Geceler 🌙

Violet | ALEVLİ OKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin