Sabahın ilk ışıkları sessizce evinden kaçan Kıranca vuruyordu. Sürekli aynı şeyleri yapmaktan bıkmıştı, monotonluk onun özgür ruhuna ters geliyordu. Her gün yaptığı, artık ezberlediği şeyler yaratıcı ruhunu yavaş yavaş öldürüyordu.
Kendisinden büyüklerin verdiği nasihatler onu yolundan döndürmek yerine daha da şevklendirmişti. Zaten tek söyledikleri 'Daha küçüksün, anlamazsın.' , 'Dışarıda yapamazsın.' ya da 'Sen ne bilirsin.' cümlelerinden ibaretti.
Şimdi kendisini görmelerini isterdi. Dışarıda sanılanın aksine yapılamayacak bir şey yoktu, yola çıktığından beri geçtiği koca orman, devasa dağlar, koskoca denizlerle seyahat etme isteği daha da artıyordu. Küçük falan değildi işte, dışarısı, özgür hayat tam da onun yaşına göreydi.
Karşısına çıkan inanılmaz büyüklükteki beton yığınlarını geçti, orman gerisinde kalmıştı. Düzlüğe inip bir kaç adım adım attı, derin bir nefes aldı ve ezildi.
45 numara bir ayakkabı tabanı yüzünden son nefesini veremedi Karınca.
Ya da onun deyimiyle Kıranca.