Kartalı andıran güçlü, hem de çok güçlü hatlara sahip bir yüzü vardı. İnce, yüksek kemerli bir burnu, yüzüyle garip bir
açı yapan burun delikleri vardı. Alnı gururlu bir kubbe çiziyor, saçlar şakaklarda seyrelse de, diğer yerlerden son derece comertçe fışkırıyordu. Kaşları burnunun üzerinde bitişecek kadar kalındı, gürlüklerinden neredeyse kıvrılacak kadar çalımsı kaşlardı bunlar. Kalın bıyığın altından görebildiğim kadarıyla, kıpırtısız, bir parça zalimce duran ağzı, tuhaf biçimde keskin beyaz dişleri vardı. Bunlar yaşına göre şaşırtıcı ölçüde diri duran, dikkat çekici kırmızılıktaki dudakların üzerine taşmıştı.
Yüzün geri kalanında solgun, uçları oldukça sivri kulaklar dikkati çekiyordu. Çenesi geniş ve güçlü, yanakları sıkı ama zayıfti. Yüzün genel olarak bıraktığı ilk etkiyi, teninin o sıra dışı solgun rengi yaratıyordu.O ana dek dizlerinin üzerinde tuttuğu elleri şömine alevinde bana beyaz ve narin görünmüştü. Oysa şimdi yakından
baktığımda aslında hoyratça kullanılmış, hayli geniş ve bodur parmaklara sahip olduklarını görmeden edemedim ve ne ga-
riptir ki, avuçlarının ortasında kıllar vardı. Tırnaklar uzun ve sertti, uçları sivriltilerek kesilmişti. Kont bana doğru eğilip de
eli bana değdiğinde, ani bir ürpertiyi bastırmam mümkün olmadı. Nefesi iğrenç koktuğu için de olabilir, ancak ne yaparsam yapayım saklayamayacağım korkunç bir kusma isteği benliğimi kaplayıverdi.Bunu fark ettiği her halinden belli olan Kont kendini geriye çekti. Çıkıntılı dişlerini şimdiye kadarkinden daha fazla gösteren, neredeyse vahşice denilebilecek bir gülümsemeyle şöminenin ona ait tarafındaki koltuğa kendini bıraktı. Her ikimiz de bir süreliğine sessiz kaldık. Pencereden dışarı bakarken yaklaşan şafağın ilk loş hüzmesini seçtim. Sanki çevredeki her şeyin üzerine çökmüş garip bir durgunluk vardı. Ancak dışarıyı dinlediğimde, vadinin aşağısından gelen kurt ulumalarını duyar gibi oldum. Konuşurken Kont'un gözleri parıldadı:
"Şunları dinlesenize... Gecenin çocukları. Nasıl da güzel bir müzik yapıyorlar!" Sanırım yüzümde beklemediği bir ifade
gördüğünden olsa gerek, ekledi, “Ah, bayım, siz şehir insanları bir avcının ruh halini kolay anlayamazsınız sanırım." Sonra ayağa kalkarak konuştu:
"Yorgunsunuzdur. Yatak odanız hazır, yarın dilediğiniz saate kadar uyuyun. Akşamüzerine kadar dışarıda olacağım, bu
yüzden güzel bir uyku çekin ve güzel rüyalar görün!" Kibar bir
reveransla geçmem için sekizgen odanın kapısını açtı, ben de odama girdim.Sanki bir tuhaflıklar denizi içinde yüzüyorum. Şüphe içindeyim. Korkuyorum. Kendi ruhuma bile açmaya korktuğum
garip şeyler düşünűyorum. Tanrım, sadece bení sevenlerin hatırı için bile olsa, lütfen yanımda ol!7 Mayıs. Sabahın erken saatleri geldi çattı bile, neyse ki ben güzelce dinlenmiş, son yirmi dört saatten fazlasıyla keyif almıs
tim. Gündüz geç vakte kadar uyudum ve kendi istegimle uyandım. Giyindikten sonra akşam yemeği yedigimiz odaya geçtim
ve masada hazır vaziyette beni bekleyen soğumuş bir kahvaltı buldum. Kahve sıcak kalması için şöminenin üzerine konmus.
tu. Masanın üzerinde bir kart duruyordu: "Bir süreligine gitmem gerekiyor. Beni beklemeyin. D." Afiyetle gűzel yemeğin
keyfini çıkarttım. Bitirdiğimde, hizmetkârlara haber verebilmek
için etrafta çalabileceğim bir zil aradım, ancak bulamadam. Çevremde sıra dışı bir zenginliğe işaret eden bunca kanıt düşü-
nüldüğünde, evde garip eksiklikler olduğu kesindi. Masadaki servis takımları altındandı ve öylesine zarifçe işlenmişlerdi ki paha biçilemez olmalıydılar. Perdeler, sandalye ve koltuk döşemeleri ve yatağımın örtüleri bugüne dek gördüğüm en güzel kumaştandı. Yapıldıkları dönemin en eşsiz ürünleri olmalıydılar, ne de olsa yüzyıllar öncesine aittiler ancak halen mükemmel durumdaydılar. Hampton Sarayı'nda bunlara benzer kumaşlar görmüştüm ama onlar bile yıpranmış durumda ve güve yeniği içindeydiler. Bütün bunlara rağmen, odaların hiçbirinde
ayna yoktu. Masamın üzerinde bir tuvalet aynası bile yoktu, tıraş olabilmek ya da saçımı tarayabilmek için çantamdan küçük
tiraş aynasını çıkarmam gerekti. Şu ana kadar etrafta hiç hizmetkâr görmemiş, kurt ulumaları haricinde civarda tek bir ses
bile duymamıştım. Yemeğimi bitirdikten kısa bir süre sonra -ki saat beşle altı arasında olması gerektiğinden buna kahvaltu mı yoksa akşam yemeği mi denilir bilemiyorum- etrafta okuyacak
bir şeyler aradım. Kont'un izni olmadan şatoda dolaşmaya çıkmam doğru olmazdı. Odada kesinlikle ne bir kitap ne bir gazete, hiçbir şey yoktu, bir yazı takımı bile bulamamıştım. Böylece aramaya devam ederek odadaki bir diğer kapıyı açtım ve karşımda bir tür kütüphane buldum. Odamın tam karşısındaki kapıyı açmayı da denemiştim, ancak kilitliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DRACULA / Bram Stoker
Vampiros"EVİME HOŞ GELDİNİZ! KAPIM SİZE AÇIKTIR, KENDİ ÖZGÜR İRADENİZLE GİRİNİZ!" Genç avukat Jonathan Harker, Londra'dan Transilvanya'ya uzanan zahmetli yolculuğunun sonunda, Kont Dracula'nın şatosuna, bizzat Dracula'nın kendisi tarafından, bu sözlerle buy...