"Sen de buraya aitsin."

405 29 20
                                    

"Sevgilim, güzel sevgilim..."

Yukhei ellerini çekip telefonuyla oynamaya devam etti.

"Yukhei, beni özledin mi?"

Jungwoo, Yukhei'ye sokulup tüm yorgunluğunu atmaya çalışıyordu. Sevgilisini çok özlemişti görüşmeyeli. Yaklaşık iki haftadır yoğun bir iş görüşmesi kabul edilme süresini atlatmasına çeyrek vardı. Biraz olumsuz geçmişti. Yarın gidince belki asistanlığı bile kaybedebilirdi ama asla umrunda değildi. Sadece umrunda sevdiği adam vardı. Bir işe başlaması gerektiğinden çabalamıştı.

Annesi ve babası Jungwoo'yu çok büyüdüğü için bırakmıştı. Artık kendisine bakması gerektiği yaşa gelmişti eğer cinsel yönelimini seçebildiyse...

Yukhei ifadesiz oyuna devam etti.

"Çok mu yoruldun?"

Yaklaşık iki yıldır beraberdiler, Yukhei normalde böyle yapmazdı. Çok iyi bir çocuktu. Son iki aydır davranışlarında değişiklikler vardı.

Yine ifadesiz oyuna devam etmeyi seçti Yukhei.

"Artık oyunu kapatıp biraz bana bakacak mısın? Biliyorum kırgınsın bana ama bu işi almam gerekti. İkimiz için. Hem alamasam bile yine bir şeyler yapmış olacağım, ilk defa bu kadar zorlandım çizim için. O haftalarda nefes alamadım, günler geçmek bilmedi."

Yukhei telefonunu kapadı ve cebine koydu.

"Hepsi bizim içindi."

Yukhei kafasını indirdi Jungwoo'nun gözlerinden. Jungwoo ise dudaklarına odaklandı. Yukhei'nin ağzı aralandı birkaç şey söylemek için.

"Madem işin iyi geçmedi ise neden beni beklettin? Neden şimdi beni oyunumdan ayırıyorsun? Neden Jungwoo? Sen beni bekleyemez misin? Ben yorgunum. Seninle olduğum için değil, seninle olduğumda söylenen cümlelere laf yetiştirmekten dolayı yorgunum. Onlara laf yetiştirmekten yoruldum. Seni sevdiğimi binlerce kez söylemek beni artık iyi hissettirmiyor. Çünkü dediklerini düşünmüştüm istemeden. Dudaklarımdan çıkacak senin hakkında her kelime yanlış olacaktı. Artık her şeyin eskisi gibi büyüsü yok Jungwoo. Ailene nasıl davrandığını gördüm. Peki biz aile olunca ya sen bana ileride öyle davranırsan? Bilemeyiz. Ömrümün devamını öyle geçirmek istemiyorum. Endişelerim ve kaygılarım var. Birçok sebebim daha var. Üzgünüm, ayrılalım Jungwoo. Bensiz daha iyi bir hayat sürebilirsin bir süre sonra. İki hafta alıştırma gibi bir şey oldu. İyi akşamlar, çok mutlu ve başarılı bir insan ol."

Yukhei kalkıp dükkandan çıkış yaparken Jungwoo hızla arkasından çıktı.

"Yukhei! Dur, lütfen."

Yukhei durdu. Jungwoo ise arkasından ağlayarak açıklamaya çalıştı.

"Sen, aile içindeki meseleleri bilemezsin. Benim ailem hakkında söylediğim bir çift cümle var sadece. Sen ailemden farklısın. Biz seninle onlar gibi olmayacağız. Yeni bir hayat oluşturacağız. Biliyorum aptallıktı o iş için çabalamam, sen de etrafındakilere cevap vermemeliydin. Biz birbirimizi biliyorduk..."

Jungwoo ağlarken Yukhei daha fazla dayamamayarak konuştu.

"Doğruları söylemem gerek. Ben senden sıkıldım Jungwoo. Ben senden sıkıldım."

Yukhei daha fazla durmayıp koşarak Jungwoo'yu orada bıraktı. Jungwoo ise dükkanın bitmindeki köşeye geçip eğildi ve dizlerini kendine çekip kafasını dizlerine gömdü. Hıçkırıkları Japonya'nın karmaşası içine karışıyordu.

"Bizim güzel anılarımız hatırına kalsaydın. Gençliğimizin bir kısmını geçirdik beraber. Ben senden fazla kimseden sevgi göremedim. Ne yapacağım bu lanet yerde hiçbir şeysiz? Her gözlerimi kapadığımda aklıma beraber kurduğumuz hayaller gelecek. Senden nasıl vazgeçebilirim ki? Bana beni sonsuza kadar seveceğini söylemiştin."

Yanına bir kedi miyavlayarak geldi ve onun dizine patisini koydu.

Jungwoo şaşkınlıkla başını kaldırdı.

"Ağlayanların dostu mu varmış? Ne zamandan beri?"

Kediyle bir süre bakıştılar. Sonra sorulması gereken bir soruyu sordu.

"Aç mısın?"

Ellerini kafasında gezdirip üstüne aldı.

"Benimle gelmek ister misin beni yalnız bırakmayacaksan? Genelde Japonya'ya ait her şey beni bırakır. Mesela annem, arkadaşlarım, babam Koreli ama buraya ait ve beni o da bıraktı, Yukhei de Çinli ama Japonya aldatıcı güzelliği ile onu içine çekmiş. Sen de buraya aitsin. Beni bırakacak mısın?"

Kedi baştan dediğini anlamış olacaktı ki üstünden kalkıp yolda gezinmeye başladı.

Jungwoo ayağa kalkıp gözlerini sildi. Kaybedeceği bir şey kalmamıştı. Kedi bile istemiyordu onu. Daha kim istemiyordu?

Eve gittiğinde birçok ilacı eline aldı, jileti aldı, çakmağı aldı, ip aldı, zehir aldı ama aldığı şeyleri bırakmak zorunda kaldı. Cesareti yoktu.

Son çare olarak bilgisayardan araştırmaya kalktı. Arama kısmına "intihar" diye yazdığında direk önerilerilerinde "Aokigahara ormanı" diye bir yazı belirdi. Üzerine tıkladığında Japonya'da bulunan ve intihar etmeye meyilli insanların gittiği lanetli bir ormanın olduğu hakkında bilgiler yazıyordu. Üstünde bulunan bir havadan dolayı insanları kolayca intihara sürüklediğini belirtenler vardı.

Japonya'da bulunan cesaretli insanlar ve yapamayan insanlar bu ormana gidip ölümünü gerçekleştiriyorlardı. Zaten Japonya'da intihar sayısı çoktu, böyle bir orman sadece popülerliğini arttırmak için var diye düşündü Jungwoo. Hatta gitmek yasak değilse bile insanların bu işi rahatça görebilmesini amaçlamışlardı.

Tam bir kurmaca diye düşünürken görsellere tıkladığında anormal ağaçların şekli, ormanın gece büründüğü hâl ve çıkan cesetlere bakınca ürperdi Jungwoo. O ormanda daha bulunmamış olan birçok ceset böyle bir görüntü alıyordu.

Jungwoo intihar etmekten vazgeçmişken aklına yalnız kalıp ne halt yiyeceği gelmişti. Bu hayatın en ufak bir anlamı yoktu. Bulmak da istemiyordu artık. Çünkü sürekli yalnız kalacaktı. Kalmaya mahkumdu. Sabah saatlerinde gitmeyi uygun buldu ve hatta bir çanta bile hazırladı. Ne olur ne olmaz diye, o ormana giden bazı insanlar da böyle yapmıştı.

Yatağa yatınca gözlerini kapadı, Yukhei geldi yine gözlerinin önüne.  Uyumak bile zordu. Çok zor.

200525

dark paradise; yuwooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin