Jungwoo sabah saatlerinde bir taksiye atlayıp ormana yakın alanda indi. Sırtında çantası, şimdiden korkmaya başlayarak adımladı ormana doğru.
İşini de pek umursamamıştı.
Doğayı pek severdi, ne kadar korksa da meraklanıp adımlarını hızlandırdı içeri doğru. Sonra bacağına bir şey değince çığlık atarak geriledi. "İçeri girmek tehlikeli ve yasaktır." yazısı kalbine indiriyordu neredeyse. Bu önlemi almaları çok da bir şey değiştirmemişti.
Sabahın erken saatleri olduğu için rahat rahat gezinebiliyordu. Belki bir cesete rastlardı... ama bu gidişle rastlayacağına benzemiyordu.
Hafiften tekrar esnemeye başlamıştı. Belki erken kalktığı için diye düşündü. Zaman geçtikçe halsizlik hissi üzerine çökmüştü. Kafasının estiği yerlerden geçip durduğundan yollar epey karışmıştı. Çadır kurmak için uygun alan ararken büyük, uzun bir taş gördü. Çadırı alana kurarken ise yerde bir albüm, albümün üstünde imza gördü. Birkaç poster altlarına sıkıştırılmış, yıpranmasına sebep olmuştu. Yakınlarda biri bu idolü çok sevdiği için intihar etmiş olmalıydı. Ya da cesedi toprak olmuş üstünde duruyordu çünkü hayli eskimiş, sararmıştı. Tutup başka yere aldı ve öldüğünü sandığı kişi için Tanrı'ya dua etti.
Çadırı kurduktan sonra içeri yerleşip kilidi vurdu. Uykuya dalması kalkması kadar uzun sürmedi.
***
Gece yarısı, zifiri karanlıktı. Çadırın taşlanması ile ayağa kalkan Jungwoo korkuyla eline feneri aldı. Uykusu biraz ağırdı ama o taşlar eğilip bükülen çadırında hissediliyordu. Büyük taşlar değdikçe vücudunu bir titreme kaplamıştı.
"Kim yapıyor? Bana zarar verme, lütfen. Şimdi çıkacağım, lütfen bana zarar verme."
Taş sesleri kesilince kilidi açıp kollarıyla kafasını ve yüzünü koruyarak dışarı çıktı.
Görüş alanına ayakkabıları girmişti. Kendini açıklama hissiyatı duydu.
"Ben, buraya..."
Tam iki kelime etmiş iken karanlıkta duran kişi yerden hızla taşlar toplayarak Jungwoo'ya fırlatmaya başlamıştı.
"Dur, lütfen dur. Bunu neden yapıyorsun?"
Sonunda Jungwoo sinirlenip ellerini yüzünden çekti ve eğilip yerden ağır bir taş aldı.
Hafif taşlar gelmişti kafasına.
"Ant içiyorum, bir daha atarsan atarım."
Pişman olmuştu. Yine gerçekleştiremeyecekti intiharını ve birisi onu öldürecekti.
Durduğu için devam etti tehditine Jungwoo.
"Sana zarar vermem ama sen bana zarar verdin. Beni rahatsız etme daha. Ormanda bile rahatsız ediliyorum. Hem de intihar edeceğim ormanda!"
"Sen onlardan değil misin?"
Jungwoo şaşkınlıkla feneri yüzüne doğru tuttu. Gencin esmer saçları yamuk duruyor, bir gözünü kapıyordu.
"Burada birine güvenemem. Kusura bakma. Bana taş atan biriyle hiç konuşamam. Çabuk defol buradan."
Jungwoo birine güvenmekten ziyade gencin korkutucu olan görüntüsünü dile getirmeden güvenmeyi bahane etmişti.
"Yenisin burada galiba. İntihar da etmeyi becerememişsin, hâlâ hayattasın. Hiçbir şeyden haberin yok. Zavallı."
Keskin konuşması Jungwoo'nun içindeki birkaç duyguyu dürtüklemişti. Acınası bir hâlde olabilirdi ama dalga geçilmemeliydi.
"Yeni ne demek? Bu ormanda fazla yaşayamam... Çünkü... sana ne? Konuşmam zorunlu mu? İster ederim ister etmem, bu seni alakadar etmez "
Genç bir ayağını öne atıp sürttü. Asi bir havası vardı.
"Bu ormanda fazla yaşayamazsın çünkü öldürüleceksin ve bu hazırlığın yüzünden olacak."
Jungwoo oflayarak elindeki taşı bıraktı.
"Evet kendimi öldüremiyorum, şimdi de bundan vazgeçtim. Geç kaldım. Öldür beni, ne duruyorsun?"
"Seni öldüremem, sana güvenebilir miyim bilemiyorum ama... yenisi... Dikkat et!"
Bir adam Jungwoo'nun üstüne atlayıp kenarında duran taşa uzanırken lafı kesilen genç koşarak eline bastı ve ezdi. Jungwoo ise duran taşı eline aldı. Bir insanı öldürecekti. Bu ne kadar doğru olabilirdi?
Ta ki adam etini ısırmaya başlayıncaya kadar...
"Yapıştır şunu kafasına. Kimse bilmeyecek."
Dediği gibi taşı tüm gücüyle kafasına vurdu Jungwoo. Etini bırakan adamın kafasından kanlar boşalırken genç, geriye çekilip adamı Jungwoo'nun üstünden atmaya çalıştı.
"Yakmamız gerekecek biraz uzakta. Oraya giderler böylelikle ölmeyenler."
Nefes nefese adamı çektikten sonra Jungwoo kaşlarını çatmış genç adama bakıyordu. Kendini dizginleyemedi.
"Ben az önce adam öldürdüm. Bana açıklar mısın neler dönüyor burada?"
Genç ise saçını düzeltip cevapladı.
"Ölüyordun."
Sinirleri aşırı bozulan Jungwoo kendini bağırmamak için zor tutuyordu.
"Farkındayım. Aptalca sözleri bir kenara bırakıp adam akıllı açıkla."
Genç derin bir nefes aldı ve yere savrulan fenere emekleyerek ulaştıktan sonra kırdı.
"Ölmek istemiyorum."
Adamın yanına ulaşıp kafasını tekmeledi defalarca. Jungwoo biraz kendini yatıştırmış genci izliyordu.
"Bu ormanda psikolojisi fazlasıyla bozulmuş insanlar kalıp diğer insanları öldürüyor, bundan zevk alıyorlar. Bu adam da onlardan biriydi. Kendilerinin ölmesi ise biraz uzun sürüyor. Şu ana kadar 13 tane öldürdüm. Eğer sen de istemiyorsan bunlara katlanıp uzun süre berbat bir yaşama sürükleneceksin ve hayatının sadece o günleri varmış gibi hissedeceksin. Yok diyorsan, çıkışı bulmak için direneceksen benimle kalman gerek. Şansımız yok. Gerçekten yok. Ben dayanmaya çalışıyorum."
Adamın kafasını bırakıp Jungwoo'nun kafasının yanına çömeldi.
"Benim daha göreceğim güzel günlerim var. Senin var mı?"
Jungwoo daha yeni tanıdığı gence ellerini uzattı.
"Nerede yakacaktık?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dark paradise; yuwoo
Fanfiction"it's like a dark paradise." made in ασφόδελος first yuwoo fic