Kardelenler. Beyazlığı delerek ortaya çıkan, beyazlar.
Kardelenler, sessizliğe inat, ses olmaya gelen çiçekler.
Kardelenler.İşte. Kardelenlerin ortaya çıktığı, karların intihar etmeye karar verdiği, sessizliğin; en büyük sessizlik olduğu, soğuğun en sıcak olduğu zaman.
Çoçukların; poşetlerle kaydığı, büyüklerin, çoçuk olmaktan korktuğu zaman.
Tebessümlerin, sesi olduğu; gözlerin, konuştuğu, her şeyin apaçık belli olduğu zaman.
Yaprakların, beyazlığı bozmaktan korkup düşmediği zaman.
Sadece ama sadece kardelenlerin beyazlığı bozmaktan korkmadığı zaman. Sade'ce kardelenlerin.
Tabii bir de yere düşen insanların...
"Bak bak bak! Sizi gidi yaramazlar! Kaç defa diyeceğim: şuradan poşetle kaymayın diye!?" diye konuşurken yaşlı adam, aynı zaman da düşmesinin etkisiyle uzağa doğru savrulan kahverengi şapkasını yerden alıyordu.
Çoçuklar dudaklarını birbirine bastırıp suspuz olurken; yaşlı adam, asabi bir tavırla başını iki yana sallayıp söylene söylene ilerledi.
Çoçuklar onun ardından kahkaha atarak tekrar bayırın tepesine koşmaya başladılar. Ezilen karlar ve çoçukların kahkahaları:suküneti bozan tek şeydi.
Usanmıyorlardı. Saatlerce kayıyorlardı. Zaman da onlarla beraber kayıyordu. Al al yanaklar, arada soğuktan kızarmış:akan burun ve hissizleşen eller. Akıp giden zamanın, akarken bıraktığı izleriydi. Çocuklar, düşüyorlardı bazen ama kanamıyordu dizleri.
Upuzun olan bayırı defalarca kayıp, her seferinde aynı hazzı alıyorlardı. Usanmadan, bıkmadan.
Kahkahaları hiç susmuyordu aynı zamanda.Güneş kendini söndürmüştü, kahkahaları sönmesin diye.
Çocuklar akşam ezanının okunması ile oflaya oflaya içeri girerlerdi ve acelece üstündekilerk sağa sola atıp sobanın etrafına doluşurlardı.
Somut olarak üşümüş olsalarda, kalpleri sıcacıktı ki. Gülüşleri ve yanakları sıcacıktı.
Soğuğun ısırdığı ellerini sobaya doğru uzatıp ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalışıyorlardı.
Bu, her kış böyle ola geliyordu. Her gün saatlerce karla oynamak, çocuk oldukları için her gün bin tor azar işitmek, akşam ezanının okunması ile gönülleri el vermeye vermeye eve gitmeleri ve sıcacık ev ortamı.
Ayaklarını ve ellerini sobaya uzatmışlardı ve ısınmaya çalışırken aynı zamanda da gülüşüyorlardı. Gülüşmeleri, evin neşediysi. Gülüşmeleri, evin kokusuydu. Aynı zamanda sobanın üzerinde kurumuş mandalina ve portakal kabuklarından yükselen koku da, eve ap ayrı bir renk katıyordu.
Sobanın üzerinde ki portakal ve mandalina kabuklarından yükselen kokula evin içinde dans ediyorlardı. O kokular evi renklendiriyordu. O kokular, o evin en güzel renklerindendi.Ah bu gülüşler. Ah bu saatler, ah bu mevsimler. Ah bu renkler. Dikenli hayatlarının, dikenlerini boyayarak çiçeklere ve balonlara dönüştürüyordu. Yağmur yağana kadar...
Yanakları elma gibi kızarmıştı, beş çocuğunda. Saçları, sudan çıkmışcasına sırılsıklamdı. Bu halleri ile, adéta çizgi film karekterleri gibiydiler.Sobanın etrafında ısındıktan sonra üstleri değiştirdiler,karınlarını doyurdular ve biraz ailecek vakit geçirmelerinin ardından yataklarına çekildiler. Yarın, karlarla tekrar bir bütün olma hayali ile gözlerini yumdular.
••
Sabah;gözlerinin içi, müjganları ve kalpleri karlara bulanmış bir şekilde uyanmışlardı, yüzlerinde kocaman bir gülümseme ile. Beş kardeşin hepsi belirli saat aralıklarla uyandıktan sonra evi bir neşe götürmeye başlamıştı.Onlar hiç susmayan kıkırdamalar armağan ederlerdi evin duvarlarına ve zamandan nasibini almış duvarlar onlara eşlik ederlerdi. Kendi çaplarında..
Vakit öğleye yaklaştıkça içlerine bir hazırlanma telaşı sarardı. Çabucak hazırlanıp, hemen karlarla bir bütün olmak isterlerdi.
Hepsi teker teker üstlerini giydikten hemen sonra mutfaktan birer tane poşet aldılar ve koşa koşa dış kapıya yöneldiler. Kalplerinde kocaman tebessümle dışarıda koşturmaya başladılar. Kar taze idi. Bastıkları yerde tek ayak izleri değil, heyecanlarınıda bırakıyorlardı.
Beş kardeş birbirleri ve yaptıkları şeyler dışında diğer her şeye gözlerini ve kulaklarını yumarlardı. Bu kadar güzel şey varken ilgilenecekleri, neden diğer kötü şeyleri görsünlerdi ki?
Yine. Akşama kadar oynadılar, oynadılar ve oynadılar. Kah azar yediler, kah düştüler, kah güldüler, kah üşüdüler.
Ama ne azarları duyduylar, ne de üşüdüklerini hissettiler. Kimseye çocukluklarını yaşadıkları için hesap verecek değillerdi ki. Onlar, üşümeyi unutan çocuklardı. Kar, onların içinin sıcaklığını görünce erimiyorsa; onlarda üşümezlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yoktan başlayanların çocukları.
RandomYoktan başlayanların çocuklarıydı onlar. Kendi başlangıçlarını yaratanlardı.