01

582 46 16
                                    







Hayatım gereksiz derecede karmaşıktı. Bir yandan her şey rutinleşmişken bir yandan da sürekli beni boğan durumların içerisinde kalıyordum. Bundan bir kaç ay önce dünyanın en mutlu insanıydım. İlk defa bu kadar çok gülüyor, ilk defa bu kadar mutlu hissediyordum. Aşık olduğum kişiyle birlikteydim ve bundan daha güzel ne olabilirdi ki?

Beni sevmediğini biliyordum. Uzun süredir birbirimizi tanıyorduk ve ona aşık olmadan edememiştim işte. Bana çok iyi davranıyordu. Her zaman yanımdaydı, her zaman ordaydı ve ona aşık olmamam imkansızdı. Bende kendimi tutamamıştım. Hislerimi ona söylediğimde çok şaşırmıştı. Böyle bir şeyi beklemediği çok açıktı ve beni kırmamak için çok uğraşmıştı. Öyleki hisleri arkadaşlıktan öteye gitmese bile bana çıkma teklifi etmişti, beni sevmeye çalışmıştı ama... sanırım başarısız olmuştu.

Televizyona boş gözlerle bakmaya devam ediyordum. Koltuğumda bağdaş kurmuş uykusuzluktan moraran göz altlarım ve şişmiş yüzüm ile berbat gözüküyordum. Ama umrumda değildi, zaten televizyonun sesi de kapalıydı, yine onu bekliyordum.

Gelicekti, yine gelicekti. Yıldızlar geceyi süslerken yine kendini kapımda bulucaktı. En iyi özürlerini dileyecekti ve ben yine inanıyormuş gibi yapıcaktım. Ardındanda gidişini izleyecek...

Haklı olduğumu anlamam uzun sürmemişti. Kapım iki kez arka arkaya tıklatıldığında anlamıştım. Gözlerim odağını kaybetmiş ve kendimle savaşmaya başlamıştım.

Açmamalıydım o kapıyı, kendi kendimi bitiriyordum. O beni bitiriyordu, içten içe ölüyordum ve bunun bütün sorumlusu oydu.

Beynimle kavga etmeye devam ederken yine kalbime söz dinletememiştim. Ayaklarım benden bağımsız çözülmüş ve koltuktan aşağı sarkmıştı. Ayağa kalkmıştım ve yorgun adımlarla kapıya ilerliyordum.

Kapının önünde durdum, bir elim kulpta öylece bekliyordu. Kapının deliğinden bakmama gerek yoktu. O olduğundan adım gibi emindim.

Gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim ve kulpu indirip kapıyı kendime doğru çektim.

İşte ordaydı, son iki haftadır olduğu gibi, düzleştirmediği kıvırcık saçları, yorgun yüz ifadesi ve çökmüş omuzlarıyla Min Yoongi yine kapımdaydı.

Onu böyle görmek her seferinde kalbime daha da ağırlık yapıyordu. Gelen oydu, giden oydu ve yine dağılan oydu. O da ölüyordu.

"Özür dilerim." dedi. Gözlerimin içine bakıyordu ve yine başladık diye düşünmeden edemedim. Gözlerimi kapattım, bir an gerçekten keşke gitse diye düşündüm. Gitse ve bir daha gelmese.

Cevap vermedim, cevap vermemi de beklemiyordu zaten. Bir adım öne geldi. Onunla birlikte bir adımda ben gerilediğimde tekrar özür diledi.

Yine cevap vermedim.

"Jimin." dedi. İsmim dudaklarından öyle bir çıktı ki ismimden ölesiye nefret ettim. Onun da benim de acı çekmeme neden olan o isimden nefret ettim.

Kendimden nefret ettim.

"Konuşmayacak mısın?" diye sordu. O hep böyleydi zaten, cevabını bildiği soruları sormayı severdi.

Gözlerim yanıyordu, uykusuzluktan mı yoksa ağlayacak mıydım emin değildim ama bu onları kırpıştırmama engel olmadı.

Başımı olumsuz anlamda salladım.

Cevap verebilseydim verirdim ama kalbimde duygularımı dile getirmeme izin vermeyen bir yük ve boğazımda takılı kalmış bir yumru vardı. İstesem de konuşamıyordum.

"Sarılabilir miyiz?" diye sordu. Sesi çatlamıştı. O kadar masum sordu ki ağlamak istedim. Neden bu kadar güzelsin diye bağıra bağıra ağlamak istedim.

Ama sustum. Bir süre daha gözlerine baktım. Dışarısı soğuktu. Üstünde ince bir bluzdan başka bir şey yoktu ve üşüyordu. Sonra yine kendime lanet ettim.

Geri adımladım.

Kapıyı biraz daha açarken biliyordu. Bunun ona izin verdiğim anlamına geldiğini biliyordu.

Yüzünde acı bir gülümseme oluştu. İçeriye girdi. Hala bakışlarını gözlerimden çekmemişti. İlk çeken ben oldum.

İçeri tamamen girdiğinde kapıyı kapattım ve arkamı döndüğüm gibi belime dolanan kollarla hareket edemedim.

Bir süre öyle kaldım. Derin derin nefes alıyordu. Burnu boynumdaydı, dudakları gıdıklandırıyordu ve kokumu içine çekiyordu.

Pes etmişlikle kollarımı bedenine sardım. Bu hareketimle kollarını daha da sıkılaştırdı. Vücutlarımız bir oldu, kaburgalarımız birbirine geçti, ama kalplerimiz hala birbirinden bağımsızdı.

Karnım ağrımaya başlıyordu. Her seferinde huzur bulduğum bu kollar artık canımı yakıyordu. Beynim yanlış diye bağırıyordu. Yanlış yapıyorsun, hak etmiyor, böyle davranmanı hak etmiyor.

Elimde değildi. Ona aşıktım ve en küçük hareketine bile ihtiyacı olan acınası bir varlıktan başka bir şey değildim.

Kollarının sıklığı hafifledi. Yavaşça geri çekildi. Elleri hala belimdeydi, ellerim omuzlarındaydı. Gözlerime baktı. Gözleri dolmuştu ve ben yine lanet ettim.

Onun ağlamasının sebebi olduğum için kendime lanet ettim.

Yüzünü yaklaştırdı. Alınlarımızı birbirine yaslarken gözlerini kapattı. Ben de onu taklit ettim. Nefes alış verişleri dudağıma çarpıyordu ve benim kalbim yine söz dinlemiyordu.

Kalbim deli gibi atmaya başlarken gülümsedi. Fark etmişti, zaten hep fark ederdi. Üstümde bıraktığı etkiyi biliyordu ve kesinlikle bundan zevk alıyordu.

"Özür dilerim." dedi tekrar. Gözlerimi açtım. Kusursuz yüzünü inceledim. Hala aynı şekilde duruyordu. Önce kapalı gözlerine baktım, sonra küçük burnuna, ardından yumuşacık yanaklarına ve en son kurumuş dudaklarına.

Neden kurumuşlardı ki? Oysa ben öpseydim böyle olmazdı.

"Söz veriyorum." dedi ve ben yine anladım. Lütfen diye geçirdim içimden, lütfen söyleme.

"Gitmeyeceğim." dedi. Beni dinlemedi. Yine aynı şeyi söyledi.

Gözlerimi sıkıca kapattım. Ağlamak üzereydim. Aynı şeyi yapıyordu ve benim baş rolü oynamaktan başka yapabileceğim hiç bir şey yoktu.

Sonra dudaklarımda bir baskı hissettim. İşte o zaman gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Biz öpüşmeye başladık ve göz yaşlarımız dudaklarımızın arasında kayboldu.

Yine el ele odama gittik. Yine yatağıma birlikte girdik ve o arkamdan belime sarılıp ensemi öperken beni uyutmaya çalışıyordu.

Ama ben baş roldüm.

Bir iki saat geçti. Burnu ensemde dinleniyordu, elleri sakin hareketlerle karnımı okşuyordu ve o ben uyuyorum sanıyordu.

Ama uyumuyordum ve o yine bana yalan söyledi.

Önce burnu ensemden uzaklaştı, daha sonra elleri belimden yavaşça ayrıldı ve en son bedenini benden uzaklaştırdı.

Vücudumu saran soğuk hava dalgasına aldırmadım, ben üşüyeli çok oluyordu.

Ve yine gitti.

Yine verdiği sözü tutmadan gitti, yine kalbimi kırdı. Daha fazla üzülemem diyen benliğimi yine yalancı çıkardı.

Dış kapının kapanma sesi evimin içinde yankılandı ve ben yine hıçkırıklara boğuldum. Asla bitmeyen göz yaşlarına sahiptim ve bu şekilde uyumaktan başka bir şey istemiyordum.

Ama uyuyamadım.

Yine uyku bana uğramadı, tekrar kalbim acıdı, Yoongi bana tekrar geldi, tekrar söz verdi ve tekrar terk etti.

O akşam bir daha geleceğini bilerek...






Bölüm Sonu



09.03.2020


-Mabel

The Last Time  // Five Shot ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin