Her şey daha da berbat bir hale gelmişti. Şu ana kadar yaşadığım en kötü çöküştü bu.Her seferinde gidişini izlediğimden mi bilmiyorum, bu sefer ki daha da yıkmıştı. Benimle uyumuştu, gerçekten uyumuştu, bende uyumuştum ve gitmişti.
Ne bekliyordum ki diye düşünmeden edemedim. Hep gidiyordu, asla tam olarak gelmemişti bana.
Biraz uyumamdan dolayı daha az yorgundum ama bu sefer ki ağlamalarım daha şiddetliydi. Bağırıyordum, deli gibi çığlık atıyordum. Komşularımın ne düşündüğü zerre umrumda değildi. Deliriyordum.
Sonra bir anda sakinleştim. Göz yaşlarım dindi, bağırmamdan dolayı ağrıyan boğazımı geçirmesini dileyerek yutkundum. Etrafa baktım. Her yeri dağıtmıştım.
Her yerde yastık tüyleri vardı, yastıkların kendileri nerdeydi hiç bir fikrim yoktu. Sehpam yere düşmüştü. Koltuklar kaymıştı. Bir kaç biblo kırmıştım, televizyonun ekranı çatlamıştı. Bakışlarım televizyon ünitesine kaydı.
Ellerimle yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. Yavaş adımlarla televizyona doğru yürüdüm ve çerçeveyi elime aldım. Tek kırılmayan şey oydu.
Daha lisedeydik o zamanlar. Hislerimi yeni yeni fark ediyordum. Onun odasındaydık. Ders çalışmak için sözleşmiştik ve o omzumda uyuya kalmıştı.
Nedenini bilmediğim bir şekilde en sevdiğim fotoğrafımız buydu. Sinir krizi geçirirken bile kıyamamıştım ona.
Dikkatli bir şekilde geri koydum çerçeveyi yerine. Daha sakindim. Arkamı dönüp bir kez daha baktım salonuma. Çok dağınıktı.
Ben dağınık sevmezdim.
Yerdeki biblo kırıklarını toplamaya başladım. Dikkatlice hepsini çöpe attım. Sonra yastıklarımı buldum. Hepsini düzelttim. Hiç bir şey olmamış gibi davranıyordum.
Hiç ağlamamış, hiç ortalığı dağıtmamış, hiç terk edilmemiş gibi.
Sonra duşa girdim. Kaynar suyu açtım. Cildimin yanması kalbimdeki yangından daha azdı, canım acımadı.
Bütün banyo buhar içinde kalmışken çıktım ordan.
Odama girdim. Evden çıkmak istemiyordum ama temiz havaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden camı açtım, havanın soğuk olması etkilemedi beni.
Hislerimi kaybetmiş gibiydim.
Sonra dolabıma gittim. En sevdiğim pijamalarımı giydim, saçlarımı özenle kuruttum. Mutfağıma yöneldim. Şekersiz şeyler yiyip içememe rağmen acı bir kahve yaptım kendime. Sonra karar verdim.
Bugün her şey bitecekti.
——————
Akşam oldu. Gece yine çöktü koca şehire ve ben yine onu bekliyordum.
Bu sefer dışarıdaydım. Evimin kapısın önünde, merdivenlerde oturuyor, gökyüzüne bakıyordum.
Sonra sıkılır gibi oldum, yıldızları saymaya başladım.
Tam 13'e geldiğimde duydum sesini.
"Jimin." diye seslendi. Soru sorar gibi çıkmıştı sesi. Kafası karışmış olmalıydı.
Bakışlarımı ona indirdim. Saçları yine kıvırcıktı ama o da biraz toparlanmış gözüküyordu. Uyumak iyi gelmiş olmalıydı.
Ayağı kalktım, oturmaktan popom ağrımıştı ama umursamadım. Gerçek olmayan bir gülüş yerleşti dudaklarıma, daha da çok şaşırdı.
"Ne yapıyorsun burda?" dedi. Karşımda dikilmekten vazgeçmiş ve bana doğru yürümeye başlamıştı.
Tam önümde durdu. "Seni bekliyordum." dedim. Gözlerinden geçen her bir duyguyu gördüm. Şaşkınlık, tereddüt, korku, belki biraz da sevgi?
Cevap vermedi. Uzun zamandır bu kadar çok konuşmama şaşırmış olmalıydı. Rolleri değişmiş gibiydik.
"Ne zaman duracaksın?" dedim.
O zaman anladı, ne yapmaya çalıştığımı anladı. Yıkılışını gördüm, ayaktaydı ama içi parçalanıyordu. Fark etmişti. Vazgeçiyordum.
"N-ne?"
Kekelemesiyle bir an duraksar gibi oldum ama gülümsememi bozmadım.
"Dayanamıyorum artık." dedim.
"Ne zaman duracaksın?"
Gereksiz derecede sakindim. Şu an bağırıp çağırabilirdim. Ona vurabilirdim. Ama yapmıyordum. Yüzümdeki iğrenç gülümsemeyle konuşmaya devam ediyordum.
Gözlerini kaçırdı. Bakışları yerde gezindi. Sonra yandaki eve baktı ve geri bana döndü. Gözlerimin içine baktı. Görsün istedim, ne kadar berbat halde olduğumu görsün istedim.
Öyle de oldu. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Dikkatle hareketlerini izliyordum. Sonra gözlerini kaçırıp bana baktı ve elini tutmam için uzattı.
"Gel." dedi. Tereddüt ettim. Beynim tutma diyordu. Eve gir ve kapıyı suratına kapat.
Ama ben asla beyniyle hareket eden biri olmamıştım. Kalbimi dinledim yine. Yanlış yaptığımı bile bile elimi uzatıp parmaklarını kavradım.
Beklediğimin aksine evime yürüdü. Kilitlemediğim kapıyı ittirip içeri girdi. Tepkisizce yaptıklarını izlerken bu sefer odama değil salona yürüdü.
En sevdiğimiz koltuğa oturdu.
Öpüştüğümüz, seviştiğimiz, film izlediğimiz, o yokken asla oturamadığım koltuğa oturdu.
Beni de kendine çekti ve başımı bacaklarına koydu. Hemen sonra elini saçlarımın arasında hissettim.
Saçlarımı okşamaya başlamasıyla gözlerim doldu. Ağlamamalıydım. Şu ana kadar güzel oynamıştım. Devam etmeliydim.
Sonra onun derin sesini duydum. "Özür dilemeyeceğim." dedi. Yemin ederim çok mutlu oldum. O kadar mutlu oldum ki sahte gülüşüm yerini gerçek bir gülümsemeye bıraktı.
Nefret ettiğim o iki kelimeyi söylemediği için çok mutlu oldum.
Gözlerimi kapattım. Ne yaptığımızı bilmiyordum. Akışına bırakmıştım. Etrafımı saran kokusuna ve saçlarımın arasında gezinen parmaklarına odaklanmıştım.
Sonra derin bir nefes aldığını duydum. "Uyu." dedi. Tepki vermedim.
Sonra devam etti.
"Bu sefer gideceğim, uyu." dedi.
Üzülemedim. Tam tersi ilk defa yalan söylemediği, söz vermediği için sevindim.
Sonra uyudum. Sözünü dinledim. Zaten hiç sözünden çıkmamıştım şu ana kadar. Biraz daha sokuldum ona. Kollarımı beline sardım ve başımı karnına yasladım.
Ve uyudum, bu sefer gideceğini bilerek.
Bölüm Sonu
10.03.2020
-Mabel
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Last Time // Five Shot ✓
FanficYou find yourself at my door, Just like all those times before. You wear your best apology, But I was there to watch you leave. -Angst değil-