Boğulur gibi olurdum bazen,
Cesedimin çoktan kıyıya vurduğunu bilmeden.Umrumuzda değil gibi davranıyorduk.
Ama umrumuzdaydı.
Yitip giden her şey, nefes almak için çırpındıklarımıza gebeydi.Zihnim sanki duman altındaydı, bir bulutun içinde kalmışım gibi etrafım beyaz dumanlarla doluydu. Aslında daha çok, fazla sigara içilmiş kapalı bir alanda gibiydim: loş ışık, derin bir sessizlik ve havaya dolan sigara dumanı. Kulaklarım uğulduyordu ve tenimi yalayıp geçen yakıcı bir acı vardı. Üşüyordum. Hayır, yanıyordum. Bu garip bir duyguydu.
''Senden nefret ediyorum. Seni öldürecek eller benim ellerim olacak.''
Annemin sesi. Annemin nefret dolu bakan gözleri. Akrep ve yelkovanın dansı durmuş gibiydi. Neredeydim, kaç yaşındaydım, hiçbir fikrim yoktu. Ama annemin sesini duymak içimin buz kesmesine ve nefret duymama sebep olmamıştı. Küçük bir çocuk gibi hissediyordum kendimi. Ne kadar kızarsa kızsın ne kadar vurursa vursun yine bir dondurma için ona şirin gözükmeye çalışan çocuk.. Her zaman bir kuklaya benzettim kendimi. Küçük bir kız çocuğuna benzeyen bir kukla. Bakıcılarla büyümüş parası bol ilgisiz bir çocuktum. Tüm bulanlara rağmen nefret duygusunu tatmamıştım. Annemin yüzüne kenetlendi bakışlarım. Ardından iki el silah sesi duydum ve ince bir sızı hissettim. Ellerim kalbime gitti. Annemin gülen yüzüyle karşılaştım. Gözlerimi açmadan önce bilincim açıldı. Nerede olduğumun farkına vardım. Odamda, yatağımdaydım. Hızlı nefeslerle kalkıp inen göğsümün üstüne koydum ellerimi. Yatağımın yanında duran suyu alıp içtim ve lambayı açıp yatağıma oturdum. Telefonumun sesi geldi. Yatağın içinde telefonumu aramaya başladım. Arayan annemdi. Kaşlarımı çatarak ekrana baktım ve aramayı cevapladım. ''Nerdesin sen? Napıyorsun yine?''
Sözümü keserek konuşmaya başladı.
''Aptal sürtük. Kes sesini sabah 8'de sana atacağım adreste ol!''
Derin bir nefes aldım.
''Gelmiyorum sikerler. Kapa çeneni.''
Ve yüzüne kapattım. Telefonu yatağın içine atıp mutfağa gittim. O Ferideydi. Benden nefret eden, bana zarar veren annem. Annem mi? Bu kelimeyi söylerken zorlanıyordum. Bunları düşünmemeye çalışarak mutfak masasından sigaramı aldım ve yakarak balkona doğru yürüdüm. Balkonun ışığını açıp balkona çıktım. Dışarıyı izlerken karşı kaldırımdan birinin bana baktığını fark ettim. Kış ayındaydık ve hava esiyordu. İnce bir askılı ile yattığım ve kabuslar yüzünden terleyerek uyandığım için üşüdüm. Odama dönüp üzerime hırkamı aldım ve tekrar balkona çıktım. Genç adam hala oradaydı. Ona bakmaya başladım. Göz göze geldiğimiz an konuştu. ''Yarın annenin çağırdığı yere gitme.''
Şaşırarak konuştum. ''Ne!'' Ardından adam arkasını döndü ve yürüyüp gitti. Donakaldım.
Sigaramı bitirip içeri girdim. O kimdi ve bunu nerden biliyordu. Yatağıma fırlattığım telefonu aldım ve Feridenin gönderdiği mesajdaki adrese baktım. Şehrin biraz dışında bir kahvaltı yeriydi. Sessiz sakin bir köy kahvaltıcısıydı. Çıldırmak üzereydim. Ve yarın ne olursa olsun oraya gidecektim. Bunun aptallık olduğunu bile bile. Açık unuttuğum pencereyi kapattım ve yatağa girdim. Gecenin kalanı kabuslarla geçmişti. Sabah 6 civarı istemsiz bir şekilde uyandım. Soğuk hava yüzünden ürperip üzerimi giyinmeye başladım. Kalın örgü kazağımı üzerime geçirip kotumu giydim. Çantama cüzdanımı ve anahtarımı atıp yataktan telefonumu aldım. Artık çalıştığım kafeye gitmeyecektim. Yoğun tempo ve düşük ücret beni bezdirmişti. İş yerinden arkadaşıma mesaj atıp bunu anlattım ve hafta içi bir gün uğrayacağımı söyledim. Kapıyı çektim ve anayola çıkıp bir taksi çağırdım. Adresi şoföre gösterip arkama yaslandım ve yolu izlemeye başladım. Binalar birbirine yapışmış gibi uzanıyordu. Çoğu küçük evler ve gergin görünüşlü apartmanlardı. Kirli ve çamurlu kar halı gibi yola yayılmıştı. Boş elbise askılığına benzeyen ağaçlar vardı ve hava griydi. 45 dakikalık yolculuğun sonunda adama parayı verdim ve taksiden indim. Küçük bir kasabadaydım. Sessiz sakin bir yere benziyordu. Ya da sabahın erken bir saati olduğu için bana öyle gelmişti. İçeri girdim. Taze çay ve fırından yeni çıkan ekmeklerin kokusu eşliğinde kahvaltı yapan 3-4 aile vardı. Güleryüzlü bir kadın yanıma geldi. ''Günaydın, hoşgeldiniz. Sizi böyle alalım isterseniz'' gösterdiği cam kenarı masaya oturup birini beklediğimi, fakat sıcak bir çay alabileceğimi söyledim. Etrafımdaki insanları izlemeye başladım. Kıvırcık kahverengi saçlı bir kadın çayını yudumlarken karşısındaki adamla sohbet ediyordu. Birkaç çocuk ağlıyordu ve gülen insanlar vardı. Kapının üstündeki zil oynadı ve bakışlarım kapıya yöneldi. İçeri giren Feride'ydi. Bakışları masaların etrafında dolanıp beni buldu. Topuklu ayakkabıların zeminde bıraktığı tok sesle bana doğru yürüdü.
Karşıma geldiğinde ayağa kalktım. Konuşmadan yüzüme baktı ve eli çantasına gitti. Yandan askılı çantasından çıkardığı silahı yüzüme doğrulttu. Gözlerimin içine bakarak güldü. ''Ölümün elimden olacak demiştim.'' Kapının zili tekrar hareket etti. İçeri bir grup adam girdi. Masalardaki herkesin bakışları bize doğru yönelmişti. Feride kararlılıkla tetiğe çekeceği sırada arkasında bir adam belirdi ve silahını Feride'nin kafasına dayadı.İnsanlar mekandan çıkacağı sırada Adamlar kapıyı kapattı ve insanlar bağırmaya başladı. Feride'nin arkasındaki adam yüzüme baktı ve Feride'ye ''Silahı indir.'' Dedi. Feride alaycı bir sesle gülerek "Fatih köpeğine selam söyleyin fakat kızını bir daha göremeyecek. Işılın ölümü benim ellerimden olacak.'' Adam güldü. "Hayır feride yanılıyorsun''Gözlerim ikisi arasında mekik dokurken Feridenin söyledikleri aklımda yer etti. Fatih kimdi ve ben kimin kızıydım. Adam silahın kabzasını Feride'nin başına vurdu. Feride yere yığılırken yan masadan bir çığlık yükseldi. İçerisi sisle dolarken bir el kolumu tuttu ve beni kapıya yöneltti. İçerisi sis altındaydı, göz gözü görmüyordu. Hayatımı kurtaran adam tarafından sürüklenirken tökezledim ve hızla kolumu çekip kapıdan çıktım. Koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmeden, nefes alamadan. Temiz oksijen ciğerlerime dolduğunda afalladım ve yere düştüm. Avuçlarım ıslak toprağa değdi. Eriyen karlar toprağı ıslatmıştı. Temiz hava gözlerimi yaşarttı. Kafamı kaldırıp önümde duran adama baktım. Dün gece balkondayken gördüğüm adamdı. Kolumdan tutup beni siyah bir arabaya yöneltirken nihayet sesime kavuştum. ''Napıyorsun?'' Yüzüme baktı. ''Zorluk çıkarma lütfen. Babana götüreceğim seni.'' Kaşlarımı çattım. ''Az önce yıllarca annem bildiğim insan yüzüme silah doğrulttu. Ve sen beni ölü babama mı götüreceksin?'' Kolumdaki eli gevşedi. ''Arabaya biner misin?'' İçeriden gelen çığlık sesleri yükselirken kapı açıldı ve insanlar dışarıya çıkmaya başladı. ''Sikik arabana binmiyorum ve lanet evime gidiyorum.'' Dönüp yürümeye başladım. ''Özür dilerim'' durup ona baktım ''ne için?'' Rüzgar tenimi yaladı. ''Bunun için'' Boynumda bir sızı hissettim ve bilincim kapandı.