1

110 20 2
                                    

Genç kız yine güneşli ve güzel bir güne uyandı. Evden dışarı çıktı ve keyifle sokakta yürümeye başladı. Aslında belki de sadece keyifliymiş gibi davranıyordu. Hatta güneşli günler en sevdiği günlermiş gibi davranıyordu. Onun en sevdiği hava önceden yağmurlu havalardı. Şimdi ise yağmurlu havalarda üşüyordu. Bu yüzden güneşli havaları seviyordu. Kız gelmek istediği yere varınca durdu ve dükkanın kapısını açmaya başladı.

Mutlu olmaya çalışıyordu. Atlatmaya çalışıyordu o günleri. İçeri girince hızlıca paspası hazırladı ve kafenin zeminini paspaslamaya başladı. Ses sisteminden de şarkı açmıştı ve arada elindeki paspası mikrofon yaparak bir o yana bir bu yana giderek şarkı söylüyordu. Sonunda paspası bitirince masa ve sandalyelerin tozunu almaya başladı.

En son cam kenarındaki masaya geldi. Durakladı. Derin bir nefes aldı ve "Yapabilirim!" Dedi. Elindeki toz bezi ile cam kenarındaki en güzel masaya yaklaştı. Bez ahşap masaya değdiği an anılar canlandı gözlerinde.

Burada oturuyordu ve o güneş gibi parlayan gülüşü ile gülümsüyordu. Dudağının iki kenarındaki minik gamzeleri ise güneş ışıkları gibiydi gülüşünün etrafında. Genç kız yüreğindeki acı ile canını yakacak kadar sıkı bir şekilde kapadı gözlerini. Geri açtığında beyninin oynadığı bu zalim oyundan kurtulamamıştı. Şimdi o çok sevdiği gözlerin hayali gözlerinin içine bakıyordu. Daha fazla dayanamadı ve masanın dibine çöktü. Aynı anda dudaklarından önüne geçemediği acı bir hıçkırık fırlamıştı. Sinirle elindeki bezi gücünün yetebileceği en uzak yere fırlattı.

Sinirliydi ama kime? Kendisine mi, yoksa şimdi beraberinde ışığını da alıp götüren Güneşine mi? O sırada kafenin kapısı açıldı ve gelen kişi yanına çökünce bunun yanında çalışan üniversite ögrencisi olduğunu gördü. Bu, gülümsediğinde sevimli tavşan dişlerini gözler önüne seren Jeon Jeongguk 'tu. Ama şimdi gülemiyordu. Yine değer verdiği noonasını acılar içinde görmüştü ve artık buna dayanamıyordu. O adamın yanına gidip yakasına yapışmak istiyordu. Ama sadece yerde hıçkırarak ağlayan noonasına sarılabildi. Sırtını sıvazlarken "Ağlama artık." Diyebildi. Kız onu hiç duymuyordu. Çünkü şuan etrafında sadece Güneşi'nin hayalleri vardı. Kulağında da onun sesleri. Belkide Jeongguk'u da o zannediyordu.

Artık yağmurlu havalarda üşüyordu genç kız. Çünkü onu ısıtan Güneşi artık yanında değildi. Çok özlüyordu onu. Onsuz çok üşüyordu da ondan sığınmıştı herkesin güneşine. Yoksa kendi güneşi yanında olsa üşür müydü hiç?


Genç adamın beyninde zır zır öten bir zil vardı. Acıyan gözlerini açınca bunun yanı başındaki telefonu olduğunu anladı ve elini oraya atıp kapattı. Bedenini zorlayarak yatağından kalktı. Üşüdüğünü hissedince gece yatarken çıkarıp yere attığı tişörtünü bulup üstüne geçirdi. Elini saçına atıp karıştırırken banyoya ilerledi. Hazırlanması için çok zamanı yoktu. İşlerini hemen halletmeliydi.

On beş dakika sonra genç adam uyandığı zamankinden oldukça farklı gözüküyordu. Daha neşeli... gözüküyordu. Evet insanlar onu böyle görmeliydiler. Aynada son kez kendisine baktı. Bol ve salaş kıyafetler içerisinde oldukça rahattı. Kızıl saçlarını zapteden saç bandı ise iyi iş görüyordu. Kendisine gün boyu gerekli olacak kişisel eşyalarını geniş cepli ceketinin ceplerine koymuştu. Evden hızla çıktı.

Caddede hızla adımlarken ilk öğrencisinin kaç gibi geleceğini düşünüyordu genç adam. Buna göre stüdyosuna gitmeden önce bir bardak kahve içmek istiyordu. Adımları kaldırım taşlarında hızlıca ilerlerken telefonunu çıkarıp programına baktı. Rahatlıkla bir bardak kahve içebilirdi. Ezberlediği yollarda yol ayrımına gelince sola döndü ve bu kez daha rahat adımlarla dar sokakta ilerledi. Her sabah gittiği kafeye gitmek istiyordu. Ama o kafenin önüne geldiğinde kapısında asılı olan yazı ile kafenin kapalı olduğunu anladı. Önce bundan dolayı stresli hissetse de kendini sakinleştirdi. Sonuçta burada yalnızca bir tane kafe yoktu, değil mi? Alt sokaktaki kafeye gidebilirdi. Adımlarını hızla oraya yönlendirdi. Elbette o kafeye gidebilirdi. Kendine kızdı. Neden kendini bu kadar diken üzerinde hissediyordu? Hatıralarının zihnine saldırıp kendisini bunaltmasına izin veremezdi. Her şey eskide kalmıştı. Onun kafesine girmeyecekti ya! Sadece onun önünden geçecekti.Buna rağmen rahatsızlık hissediyordu. Düşünceleri ile boğuşurken o belalı sokağa girdiğini bile fark etmemişti. Kafasını kaldırıp tanıdık ama artık yabancı olan o kafenin tabelasına baktı:

You're My HopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin