27

1.6K 182 155
                                    


Ders anlatan hocanın yüzüne dinliyormuş gibi boş boş bakarken çalan zille birlikte gözlerimi önüme doğru indirdim ve ellerimi saçlarımdan geçirdim hafifçe. Sonunda bitmişti.

Fizik, asla ama asla çekilmeyen bir ders.

Gözlerim duvardaki saate kaydığında bunun son ders olduğunu ve öğle arasına girdiğimizi yeni fark edebilmiştim. Hemen ayaklanıp cebimden telefonumu çıkardım ve evet, sonunda Namjoon'un çizdiği resimleri görme vaktim gelmişti.

Hızlı adımlarla merdivenden inip henüz kilitlenmemiş spor salonunun kapısını araladım. Karanlık büyük alanın ışığını kenardaki düğmelerden yakarken içeri girip kapıyı yavaşça kapadım arkamdan.

"Hoş geldin."

Hemen yanı başımdan gelen ses beni korkuturken hafifçe sıçrayıp o tarafa döndüm, Namjoon nasıl başardıysa benden önce gelmişti. Gülümseyen gözlerle yüzüme bakarken elimi göğsüme koyup dudaklarımı büzdüm hafifçe. "Beni korkuttun."

Arkasına sakladığı kollarını işaret edip sabırsızlıkla yerimde kıpırdandım. "Tamam, artık gösterebilirsin öyle değil mi? Bak, öğle arası oldu ve spor salonundayız. Tüm bulgular yerinde, artık resimleri gösterebilirsin."

Hafifçe başını salladı ve yavaş hareketlerle getirdiği iki kağıttan birini rulo halinden kurtardı. Parmakları hafifçe hareket ediyor ve kağıdı iyice açıyordu, "Bu yarışma için olan." dedi sayfayı bana doğru döndürürken. Daha çok açık renklerin hakim olduğu resim aşk denince akla gelen pembe tonlarından da oldukça uzaktı. Arada pembelikler göze çarpıyor gibiydi ama sanki yokmuş da gibiydi, oldukça güzeldi.

"Ve daha da önemlisi, bu." dedi Namjoon, kağıdı elime tutuştururken. "Bunu aç ve kendin gör, senin için."

Yine aynı şekilde rulo şeklinde olan kağıda zarar gelmemesi için özenle ama hızlı hareketlerle açtım. Resmin şaşaasından ve renk uyumundan gözlerim kamaşırken büyük kağıtta kendimi görmek birkaç saniyeliğine tokat darbesi yaratmıştı vücudumda. Bir resim en fazla bu kadar güzel çizilebilirdi, koyu tonlara sahip bir resmi bu derece parlak gösterebilmek üstün bir ustalık işiydi. Siyah, mavi, mor ve tonlarıyla bezenmiş resimde koskocaman bir ben vardım. Üstümde beyaz bir takım, gözlerim yukarıya doğru dönük ve yüzümde çok hafif bir gülümseme. İnanılmaz derecede güzel, gerçek benden bile katbekat yakışıklı ve işte, inanılmaz.

"Namjoon bu..." diye mırıldandım, gözlerimi resimden çekemiyordum. "Bu inanılmaz, çok... Çok fazla güzel olmuş. Kelimelerle anlatamam, ama çok güzel."

Resmin her kenarında göz bebeklerim dolanırken cidden inanılmazdı. Namjoon çok fazla yetenekliydi, sanatını ilk defa gören birisi olarak şaşkınlık içerisindeydim. Bu, beklediğimden çok çok daha fazlasıydı.

Ve sonra, benim de anlayamadığım bir şekilde gözlerim sayfanın sağ alt köşesine doğru yöneldi. Sadece saniyeler içerisinde gözüme ilişen ufak yazı, kalbimin heyecanla çırpınmasına neden oldu.

Moon, yazıyordu.

Moon.

Moonie.

"Namjoon." deyip başımı kaldırdım hızlıca, yüzüm nasıl bir haldeydi bilmiyordum ama kesinlikle iyi değildim. Gözlerimin hafifçe döndüğünü hissediyordum, birkaç saniye kırpıştırdım gözlerimi ve dengemi sağladım sakince. Kalbimin atışı kulaklarıma vuruyordu, resim kağıdı elimden düşüp yere yuvarlanırken bakışlarım ruloda takılı kaldı öylesine. "Namjoon." diye seslendim tekrardan.

"Moon." dedim sesli bir şekilde. "Moon, Moon. O sen misin?"

"Seokjin, evet." dedi, gözlerine diktim gözlerimi. Ne olduğunu anlayamamış bir şaşkınlıkla bakıyordu yüzüme, "Ne oldu?"

Dengemi sağlayamadığım için hafifçe elimi omzuna koydum, beynimde aynı anda binlerce görüntü dönüyordu. Moon'un odamdaki tabloları, kadın mı erkek mi olduğunu bilmeden ona bağlanışım, -ki kadın olduğunu düşünüyordum- kendi kendime konuşup ona Moonie diye seslenişim...

Yaşadığım şok, bedenime son voltajda elektrik veriyorlarmış gibi bir his uyandırmıştı.

Dengemi daha fazla koruyamayacağımı hissettiğimde birkaç adım sendeledim. Namjoon'un belimi sıkıca kavrayan kolları düşmemi engellerken vücuduna çarpan göğsüm hızlıca inip kalkıyordu. Dudaklarım üzerinde hissettiğim dudakları içimdeki alevi körüklerken gözlerimi kapattım, vücudum yıllardır yanan bir ateşin içerisine bırakılmış gibi hissediyordum.

Yüzlerimizi uzaklaştırdı hafifçe, gözlerimi zoraki aralarken beyin algılarımı açmaya ve kendime gelmeye çalışıyordum. Beynimde Moon yankılanıyordu. Moon, Moon, Moon.

"Seokjin, bir şey mi oldu? İyi misin?" diye sordu Namjoon, gözlerindeki endişenin farkındaydım. Belimi sıkıca tutan elinden kurtulmak için geriye doğru bir adım attım hafifçe, kolunu bedenimden çekerken ilgili bakışları üzerimdeydi.

"Ben... İyiyim." diye mırıldandım gözlerim yeri izlerken. Ne kadar şaşkınlık içerisinde olsam da ilk yaşadığım baskı yoktu üzerimde, baş dönmem geçmişti. "Sadece, birazcık şaşırdım. Yani bu kadar iyi bir ressam olmana, bu kadar."

Hayır, elbette bu kadar değildi. Onun Moon olduğunu öğrenene kadar hiçbir şey de olmamıştı.

"Emin misin? Gel revire gidelim, yüzün soldu bir anda resmen." dedi Namjoon, elini koluma doğru değdirdiğinde aceleyle geri adım attım. Elini hafifçe kaldırdı ve sakin bir sesle "Tamam, yaklaşmıyorum." dedi güven verircesine. "Bak, öğle arasındayız, gidip bir şeyler alalım sana. Cidden iyi gözükmüyorsun."

"Ben iyiyim." dedim, ses tonumu sertleştirmeye çalışıyordum. "Şu... Resimler için teşekkür ederim. Sınıfa gideceğim."

Birkaç adımda hızlıca eğilip resimleri elime aldım, çarçabuk doğrulup kapıya doğru yöneldim. Namjoon'un sakin, yumuşak ama kararlı tutuşunu sol bileğimde hissettiğimde durdum, yüzümü ona dönmeden sessizce beklediğimde kırgın çıkan ses tonunu işittim, oldukça kırgın.

"Benden uzaklaşacak mısın Seokjin?"

Yüzüm hala ona dönük değildi, başımı iki yana salladım sadece. "Hayır." diye mırıldandım çok ufak bir ses tonuyla, öncelikle yaşadığım bu şoktan kurtulmam gerekliydi. Bunu kolay kolay sindiremezdim ve onun yüzüne karşı da anlatamazdım.

Bileğimi parmakları arasından çektim ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. Sadece birkaç dakika içerisine merdivenleri çıktım, sınıfa ulaştım, resimleri bıraktım ve yeniden sınıftan ayrıldım. Şimdi ise tuvalette yüzüme soğuk su çarpmakla meşguldüm çünkü cidden kendime gelemiyordum.

Islak yüzümü kurutmadan rastgele boş olan bir yere girdim, sırtımı kapıya yaslayıp durdum öylece. Beynim zonkluyordu, hem çok fazla dolu hem de bomboş gibiydi. Çok garip hissediyordum.

İsmini görene kadar onun Moon olma ihtimali hiçbir şekilde aklımda belirmemişti, hayalini dahi kurmamıştım bunun. Kendi beynimde oluşturduğum Moon bir kadındı, güzel genç bir kadındı ve bu şekilde karşıma çıkacağını asla düşünmemiştim. Moon'a olan bağlılığıma kesinlikle bir gizemden, bilinmeyen bir cazibeden ibaret denemezdi. Yaptığı tablolardaki ince anlamlarda oyalanmış, ona büyük bir saygı duymuş ve hayatımda büyük bir yer açmıştım.

Ve ben bu durumdayken, tüm kalbimle bağlı olduğum Moon bana aşık demekti.

Açıkçası bu, reddedilemezdi. Ama Moon'a tamamen kadın olarak bir portre yaratmış olan beynimin bunu kabullenmesi çok zor olacaktı. Çok kararsız bir duruma düşmüştüm ama tek bildiğim şey biraz daha zamana ihtiyacım olduğuydu. Belki Namjoon'la konuşmak kafamdaki soru işaretlerini yok edebilirdi ancak bunu yüz yüze yapamazdım, o şekilde konuşamazdım.

Her zamanki yöntemimizi kullanacaktım işte, mesajlaşmak.

Ama önce biraz kendime gelmeliydim elbet.


trouble ¦ namjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin