II

234 23 106
                                    

"Kendiniz olun, eğer fazlasını olmaya çalışırsanız bir hiç olursunuz."

| Shakespeare

**

Kahve kokusu

Şu an beş duyu organımdan biriyle algılayabildiğim tek detay buydu. Düşüncelerimde boğulmaktan kurtulup bu sefer yüzeyde sürüklenirken dış dünyayla bağımı bir tek bu koku sağlıyordu. Çok güçlü bir bağ olduğunu söyleyemezdim. Zira arada düşüncelerime dalıp tamamen soyutlandığım da oluyordu. Gözlerim elimdeki kupa ile Cassandra arasında mekik dokuyordu bu sırada. İkimiz de oturduğumuzdan beri pek bir şey konuşmamıştık.

"Gelen giden, ölen, boşanan var mı?" Uzun süredir gürültülü bir sessizliğe gömülmüş salonda yüksek sayılamayacak sesim yankılandı. Neden sorduğumu bile bilmiyordum. Kimin kimle evlendiği, kime ne olduğu umrumda değildi. Tek umrumda olan imkansız şeylerdi.

Cassandra bakışlarını öylesine sorduğum soru üzerine yüzüme çevirdi. Bordo saçları tüm gerdanına dağılmış ve sıfır kollu atletininin açıkta bıraktığı göğsünü kapatmıştı. "Şu yaşlı olan Rahip öldü," dedi gözleri düşünür gibi yukarıda bir noktaya takılırken. Kâkülleri gözlerine girecek kadar uzundu. Bakmak bile rahatsız ediciydi, nasıl dayandığını anlayamıyordum. "ama bununla çok ilgileneceğini sanmam."

Onunla normal bir şekilde konuşmak çok tuhaf kaçıyordu, zorunluluk dışında konuşmaktan bahsediyordum. Yemekte ne olduğu, Danny'nin eve uğrayıp uğramadığı dışında bir şey konuşmazdık aynı evde yaşarken dahi. Çünkü hayatımız bundan ibaretti. Ne uğruna yaşadığımızı bilmeden koca bir ızdırabı sürdürmek. Hiçbir sorun yokmuşcasına iki yetişkin misali havadan sudan konuşmaya da uzun süre alışamayacağımdan emindim.

Yıllarca içinde yaşadığım odamda uzun süre sonra ilk gecemi geçirmiştim dün gece. Yatak örtüleri, eşyaların yerleri ve posterlerime kadar her şey aynıydı. Cassandra bu odaya anlamsızca hiç dokunmamıştı, arada havalandırmak dışında bir şey yaptığını sanmıyordum. Yorgunluktan kolayca uyumuştum. Gece hiçbir detay gözüme çarpmamıştı. Fakat sabah gözümü açar açmaz karşımdaki duvara asılı Radiohead posteri ve All Time Low'un Dirty Work plağını görmek üzerimde beklediğimden daha büyük bir etki yaratmıştı.

Her şeyin değiştiğini sanarken, eskiler bir hayalden daha silikken; aynı zamanlardan kalma eşyaların yerli yerinde, daha dün yerleştirilmiş gibi durması bir yumruk etkisi yapmıştı tam karnımın ortasına. Eski hayatımdan kalan kalıntıların sapasağlam durması aklımdaki karışık ipleri, Gordion düğümünden farksız hale getirmişti en iyi tanımıyla. Ne düşünmem, nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

Ve etrafımda o düğümü kesip atacak bir Büyük İskender göremiyordum.

"Yeni rahip kim?" diye sordum ilgili tutmaya çalıştığım sesimle. Kafamı boş bilgilerle doldurmaya çalışıyordum. Boş şeylerle ne kadar dolu olursa asıl sıkıntılardan o kadar uzak kalırdı.

"Lucian diye genç bir çocuk."

Lisedeyken Lucian denen çocuğun adını üst sınıflardan birkaç kez duymuştum. Aramızda en fazla dört yaş olmalıydı. "Çok genç değil mi?" Cassandra omuz silkip siyah ojeli parmaklarıyla tuttuğu kahve kupasını dudaklarına yaklaştırdı. "Uydurma bir şeyi yaşatamayacak kadar genç değil."

İnanmadığını biliyordum. Bunca şeyden sonra onun kadar olaylara yüzeysel bakan birinin yaratıcıya ve kurallarına inancının kalmayışını anlayabiliyordum. Ancak o da benim bu kadar yüzeyselce kendimi bir teist, deist veya ateist olarak tanımlamayacağımı biliyordu. Benim kanımca herkesin tanrısı bir noktada tanrıydı, bir zamanlar doğruluk barındırıyordu. Ta ki insanlar kendi tanrılarını kutsama yolunda dünyayı ikiye bölüp etrafa nefret dışında bir şey yaymayan yaratıklara dönüşene kadar. Tek bildiğim, çıkmazlar yüzyılında olduğumuzdu. Bir zamanlar varsa da artık hiçbir şeyin geçerliliği kalmamıştı.

Free Fallin'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin