XXI

29 4 4
                                    

İçimde bir his var.

Yapmak istemediğim her şeyi tek tek yapmış gibi kirli bir his vardı içimde. Korkak, iradesiz bir his. En kötüsü de zorlanmış, yapmak zorunda bırakılmış olmanın vicdan rahatlatıcı etkisinden yoksundu bu his.

Yapmak istemediğim şeyleri birer birer yapmış, en çok kendime ihanet etmiş, en çok kendime yalan söylemiştim. Ve bu belki de beni hayatıma girip girebilecek en büyük sahtekâr yapıyordu.

Küçükken işlediğiniz suçlar gibi masumane değildi bu hissin kaynağı. Yememem gereken bir pasta dilimini gizlice odama kaçırmak değildi. 16'ımda çıkardığım sahte kimlik, içtiğim cin, soluduğum dumanlar değildi. Öptüğüm günahkâr ve günahkâr oldukları kadar âşık dudaklar asla olamazdı.

Yanlışlarım vardı. Ama bu ağır mı ağır hissi diğer tüm yanlışlardan ayıran şey, geriye kalan doğrularıma bir çizik atmasıydı.

Bitirdiğim, mahvettiğim şeyleri kabullenmeliydim. Bazı şeylerin bittiğini, mahvolduğunu idrak edememişçesine; hata yaptığımı hiç bilmiyormuşçasına ihtimallerin heyecanına kapıldıkça içimde güçlenen aptal suçluluk dinmeyecekti.

Olmayacağını bildiğim şeylerin peşinden koşacak, koştuğum yolda düşüp kırılacak kadar küçük değildim artık. O kadar güçlü hissetmiyordum.

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu gideceğim yönü kestirememek gibi sınırlı bir kararsızlık değildi. Önümde seçenekler dahi yoktu. Salt bir karışıklık hayatımın direksiyonunu kavramış gidiyordu sanki.

Bir şekilde uzaktayken bile burnuma dolabilen parfüm kokusu karnımı ağrıtıyordu. Anlamsızca sinirlendiğinde gerilen suratı, keskinleşen ses tonu sancılarımın en büyük sebebiydi.

Ve şu an var olmayan bir sancıyı, yakınımda duyulmayan bir sesi düşünürken; tam karşımda konuşmayı kesmiş adamı son beş dakikadır dinlemediğimi fark ettim.

Genzini temizledi ve "Son karar nedir?" dedi soru soran bakışlarıyla. Dinlemediğim her hâlimden belli olmalıydı.

Olan biten her şeyden sonra o evde kalamazdım. Sadece Cassandra yüzünden değil, sadece tetiklediği anılar yüzünden değil ama benim yüzümden de. Kesip biçmeden, eskiyi yırtıp atmadan yeniye yer açabilecek kadar kolay adapte olamayan biri olduğum için sadece beyaz bir sayfaya değil; yeni bir deftere ihtiyaç duyuyordum.

Kendi alanıma ihtiyacım vardı. Yüzyılın benim gibi bir kadına bahşettiği kendime ait bir oda artık bu deliliğe yetersiz geliyordu. Woolf'un bir kadının kendi başına var olması için ihtiyaç duyduğunu söylediği o oda; artık benim söyleyebileceklerime, sesime ve deliliğime yetersiz geliyordu.

Yeri geldiğinde duvar kağıtlarını yırtabileceğim, yatak yerine salonun tam ortasında yerde uyuduğumda kimsenin bana karışamayacağı bir daireye, ev diyebileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Çığlıklarımın başka kimsenin kulaklarını çınlatmayacağı, gece yarısı sarhoş dönmekten çekinmeyeceğim bir eve ihtiyacım vardı.

Ev diyebildiğim tek yer, tek insan, benim varlığımı sürgün sayarken; isteyebileceğim en doğal şey birkaç metrekarelik dört duvardı.

Bu yüzden sahip olduğum tüm parayı kendime ait bir yere harcayacaktım. Bir ev tutacak ve artık sürgün sayılan varlığımı en azından kendim için bir yuvaya çevirecektim.

Yapacaklarımın çetelesinden ve geriye kalan tüm düşüncelerden kendimi silkeleyip gözlerimi yarım saattir içinde bulunduğum dairede gezdirdim. Bu sırada karşımdaki potansiyel ev sahibim olan genç adamın benden sıkılmaya başladığını hissedebiliyordum ama bu yalnızca benim gergin varsayımlarımdan birisi de olabilirdi.

Kollarımı göğsümde bağlayıp bakışlarımı karşımdaki adamın yeşil gözleri hariç her yerde dolaştırdıktan sonra öylesine bir noktada duraksadım. "Burayı tutmayı düşünen başka birisi var mı?"

Yarım saat önce ilk buluştuğumuzda isminin Hunter olduğunu söylediğini hayal meyal hatırladığım adam, ağzımdan bir şeyler çıkmasına şaşırmış gibi bir anlığına duraksamış olsa da sonunda bir şeyler söyleyebilme fırsatını daha fazla ertelemeden sırtını yasladığı kapıdan kaldırdı ve konuşmadan önce sempatik bir refleksle ince dudaklarını ıslattı.

Bu bana onu hatırlattı. Onun dolgun pembe dudaklarını.. ve hızla kendime öfkelenerek silkelendim.

"Son birkaç gündür gelen olmadı ama bu bölgede fazla yeni daire yok. Buralıysan bilirsin, pek yeniliğe rastlamazsın."

Gözlerinin gözlerimde fazladan oyalanmasından hoşlanmamıştım ama göz temasını ilk bozan kişi de olacak değildim. "Biliyorum," dedim karşı atakta bulunurcasına kaşlarımı çatarak. Ancak tonlamam ne onun gözünü korkuttu ne de beni tanır gibi diktiği bakışlarındaki özgüveni azalttı. Orada bir çeşit Antik Yunan heykeli gibi dikilmeye ve bakışlarını da heykelin bir parçasıymışçasına sert tutmaya devam etti.

Başka alıcıları sormamın nedeni rekabet amacıyla fiyatı yükseltmesini gerektirecek bir durum olup olmadığını öğrenmekti. Ve cevabı da başka bir talibin olmadığını ancak bunu kirayı keyfine göre yükseltebileceği potansiyel bir kiracıya belli etmek istemediğini çok basitçe yansıtmıştı.

Cevabımı almıştım. Bu benim tek şansımdı.

"Tamam o hâlde." dedim bağladığım kollarımı gevşetirken.

Hunter (?) kısılan gözleri ve iki yanında öylesine duran kollarıyla ayaklı bir soru işareti gibi görünüyordu. "Kiralıyor musun yani?"

"Alternatif sığınmacı kampı evini 5 kişilik bir Orta Batı ailesinin kiralayacağını beklemiyordun umarım."

Alayla karıştırılmış hakaretime karşılık kaşlarını çatarak bana üstten üstten bakmakla yetindi. Şartlarına ve belirlediği kiraya tamam diyebilecek tek kişiyi kaybetmek istemiyor olmalıydı. Yoksa kendini beğenmişliğinden ve egomanyaklığından yarım saat içerisinde teşhis koymuş olsam da emin olduğum bu adamın benim karşımda pek de korkacak bir şeyi olmadığını biliyordum. Yine de sırtımı yasladığım duvardan kaldırmadım, göğsümde sıkıca birleştirdiğim kollarımı gevşetmedim ve gözlerimi kaçırmadım.

Son kez bana üstten bir bakış attıktan sonra az önce sırtını yasladığı kapı kirişine doğru geriye bir adım attı.

Duraksadı. Bakışları bana ne kadar yabancı gelirse gelsin üzerimde fazla rahat duruyordu. Sanki yabancılık tek taraflıymış gibiydi.

"Arabadan evrakları getireceğim." dedi ve arkasını dönüp daireden çıktı.

İnsanlardan kolay kolay hoşlanmazdım, doğru. Ve hoşlandığımda da sevgiyle obsesyonu birbirinden ayırmayı başaramazdım, bu da doğru. Ancak yarım saat öncesine kadar adını bile duymadığım bu çocuğun kollarımdakileri tüyleri diken diken etmesinin sebebinin ne önyargı ne ilk görüşte nefret ne de obsesyon olduğunu biliyordum.

Beni tanıyordu. Bundan emindim.

Bu beni rahatsız etmeye yeterdi.

Yeni bir sayfa açmak yerine yeni bir defter almış olmanın hissiyatını; bilinmeyenin, yeni olanın gerilimini bir kenara bırakıp etrafıma baktım.

Beyaz duvarlar, salonla birleşik mutfak, sade eşyalar ve nehri gören pencere, pencerem.

Nehrin sakin suyu, hemen çevresinde herhangi bir güvenlik barikatı veya tırabzandan yoksun yürüyüş yolu, arabaların geçip gittiği soğuk cadde, caddenin diğer tarafındaki dükkanlar, kaldırım ve kaldırıma park edilmiş arabam. Hepsi birbirinden tanıdık detaylar, şimdi yalnızca benimsendiğinde güzelleşmiş gibi gözüme çarpıyordu. Yalnızca kötü yanlarıyla da olsa benim olduğunda bir şeye benzemişlerdi.

..Ve arabamın arkasında park halinde bekleyen Volkswagen Amarok. Hâlâ yabancı olan tek şey.

Arka koltuğa doğru eğilmiş Hunter

Yeni defterimde yabancı kalmasını dilediğim tek şey.

Free Fallin'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin