Seokjin ve her zamanki gibi davetsiz misafiri olan Jimin, Seokjin'in eski ama geniş kahverengi koltuğuna yayılmış oturuyorlardı. Evin artık daha toplu oluşu ve havada asılı kalan temizlik kimyasallarının çiçeksi kokusu ikilinin yorgunluğunun tatlı sonucuydu.
Seokjin evdeki ağır rutubet kokusunun dağılmasıyla daha iyi hissetmediğini dese yalan söylemiş olurdu. Biraz aklanıp paklanmak ve habitatına çeki düzen vermek aurasındaki karanlığı seyreltmişti ve uzun zamanın ardından ilk kez huzurlu hissediyordu.
Bu yeni, dedi kendi kendine, senelerdir böyle hissetmemiştim.
Elbette şöyle enine boyuna düşündüğünde hayatındaki çoğu şeyin Jimin'in hayatına yeniden girmesiyle değiştiğinin farkındaydı. İtiraf etmek için fazla utangaç -ya da korkak- biriydi sadece. Derin bir nefes alıp koltukta biraz kayarak saçma bir pozisyona geldiğinde, şöyle düşünün kıçı koltuğun ucunda sayılır ve sırtı oturma kısmıyla birleşmek üzere, kendisine yaslanan jimin'in başı pat diye göğsüne düşüverdi. Jimin, Seokjin'in yakın temasa bayılmadığını bildiği için kalkmaya hazırlanırken bedenine sarılan ince bir kol duraksamasına sebep olmuştu.
"Hyung..?" dedi, sesinde yorgunluğun nahoş kırıntıları vardı.
"Böyle kal, sana söylemekten it gibi korkuyorum ama seni çok özledim."
İkisinin de yanakları tatlı bir kırmızıya boyanmıştı. Jimin kalbinin teklediğini hissetti, çok hızlı atıyordu artık. Seokjin'in kalbinin atışını hissetmeyeceğini umuyordu sadece.
"Hatırlıyor musun..? Senin bizim bölüme geldiğin sene hoşgeldin partisi düzenlenmişti."
"Hm hm..." diyebildi, daha uzun konuşursa kekelemekten korkmuştu.
"Saçların kırmızıydı ve gözlük takıyordun, çok iyi hatırlıyorum. Onca insanın arasında gözlerimin görebildiği tek kişi sendin."
Kendi kendine kıkırdayarak konuşmaya eden Seokjin, nasıl olsa biliyor, diye düşündü, nasıl başladığını öğrenmesine izin verebilirim.
"Her şey sanki bir televizyon dizisindeymişçesine mükemmel ilerliyordu, sonraları o kadar mutlu ve umutlu hissettiğimi hatırlamıyorum Jiminie..."
"Peki neden bana hiçbir şey söylemeden çekip gittin?"
Jimin bedenine daha sıkı sarılan kolu fark etmemiş değildi, sesini çıkarmadı sadece.
"Son sınıftayken ailemle ilgili sorunlarım daha da arttı. Seni... Seni buna bulaştırmak istemedim çünkü henüz gençtin ve salak saçma aile dramalarıyla benim gibi depresyona sürüklenmeni istemedim. Mezun olduktan sonra da ortadan kaybolmamın nedeni de benim bu rezil halimi görmeni istemememdi."
Bunlar gerçekler de olsa olayların üzerinden birkaç yıl geçtiği için Seokjin sanki bahaneler sayan küçük bir çocuk gibi hissetmekten alamamıştı kendini ve şu an yüzündeki ifadeyi görmek için Jimin'i zorla kendime çevirmemek adına büyük bir çaba sarf ediyordu.
Jimin karnının üzerinde duran elle uzun bir bakışmanın ardından ya şimdi ya da asla diyerek elini uzatmış ve parmaklarını birbirine geçirmişti. İkilinin yanaklarındaki kırmızılıklar daha da koyulaşmıştı.
"Seni ne kadar özlediğim hakkında bir fikrin olsaydı kendini paralayarak ağlardın Kim Seokjin. Her neye inanıyorsan ona şükür et ki seni o gün kahve alırken buldum."
"Şükürler olsun. Şükürler olsun ki beni orada buldun Park Jimin."
Seokjin elinden aldığı destekle doğrulup Jimin'in başının bu sefer kucağına düşmesine neden olmuş ve uzanıp kumral saçlarını okşamıştı.
"Şükürler olsun ki buradasın. Tüm dünyam dünden farklı şimdi."
Jimin, dünden kastının geçmiş olduğunu elbette anlamıştı. Gülümsedi. Kısık gözlerinin arasından seçebildiği kadarıyla Seokjin de gülümsüyordu.
Onu uzun zamanın ardından ilk defa gülümserken görüyordu.
-------------------------