Bölüm 2

279 5 1
                                    

Normandiya yolculuğu zahmetli geçmiş ve uzun sürmüştü, ancak madam Courbepine' de geçirdiği ilk günle
birlikte neşeli mizacını yeniden kazanmıştı. Huzursuz, kıpır kıpır, sürekli yeni şeyler arzulayan ruhu, kendini kristal
berraklığındaki taşra yaz gününe teslim etmekte sıra dışı bir çekicilik bulmuştu. Bin bir kaçıklık yaparak kendinden
geçti, bir zamanlar olduğu ve içinde çoktan öldüğünü sandığı, saçına solgun kurdeleler takmış ve sırtına bembeyaz
elbise giymiş küçük kız gibi ağaçlıklı yollarda koşarak,
çitlerin üstünden atlayarak, pır pır uçuşan kelebekleri yakalamaya çalışarak eğlendi. Yürüdükçe yürüdü, adım atarken uzuvlarını ritmik bir biçimde gevşetmenin nasıl büyük bir haz olduğunu yıllardan sonra ilk kez hissetmesi gibi, sarayda yaşadığı günlerde sade yaşama dair unuttuğu her
şeyi kendinden geçerek yeniden keşfetti. Zümrüt yeşili çayırlara uzanıp bulutları seyretti. Ne tuhaftı, yıllardır tek bir
bulut görrnernişti, bulutların Paris'teki binaların üstünde de böyle güzel kenarlı, böyle puf puf ve bembeyaz, böyle
tertemiz olup olmadığını, böyle süzülüp süzülmediğini merak etti içinden. Gökyüzünü ilk kez gerçek bir şey olarak
kavrıyordu ve göğün mavi, beyaz lekelerle beneklenmiş kabartısı, ona kısa bir süre önce genç bir Alman prensinin
armağan ettiği barikulade Çin vazolarını çağrıştırdı; ama gökyüzü daha güzeldi, daha yoğun ve daha maviydi, ipek gibi yumuşacık hissedilen ılık ve mis kokulu havayla doluydu. Paris'te sürekli eğlenceden eğlenceye koşturmuş biri olarak avarelik hoşuna gitti, ayrıca çevresindeki sessizlik
taze bir içki gibi enfesti. ilk kez fark ediyordu, Versailles'da çevresini saran insanların hiçbiri urnurunda değildi, hiçbi-
rini sevmiyor, hiçbirine hınç duymuyordu; şurada, ormanın kenarında ellerinde parıldayan kocaman tırpanlarıyla duran, arada sırada ellerini gözlerine siper edip merakla ona doğru bakan çiftçiler kadar urnursarnıyordu onları. Gitgide daha da coştu, genç ağaçlada haşarı bir oyun tutturdu, aşağıya doğru sarkan dalları yakalayıncaya kadar havaya sıçradı, sonra dalları bıraktı ve birkaç beyaz çiçek, onları
yakalamaya çalışan eline ve yıllardan beri ilk kez yeniden açık bıraktığı saçlarına ok isabet etmiş gibi düşünce bir kahkaha attı. Hoppa kadınların yaşamlarının her anında
sahip olduklan o muhteşem dalgınlıkla, sürgünde olduğu, bir zamanlar Fransa 'ya hükmettiği, şimdi kelebeklerle ve
pırıl pırıl parlayan ağaçlada yaptığı gibi kaderlerle kayıtsızca oyuayabildiği anılarından sıyrıldı; beş, on, on beş yıl
geriye gitti ve şimdi artık Matmazel Pleuneuf'dü, Cenevreli bankerin manastır bahçesinde oynayan, Paris'ten ve dünyadan habersiz on beş yaşındaki kısa boylu, sıska, coşkulu kızıydı yalnızca. Öğleden sonraları hizmetçi kızlara buğdayın toplanmasında yardım ediyor, koca koca ekin demetlerini bağlamayı ve sonra bunları çılgınca bir hamleyle arabanın üstüne atlmayı müthiş eğlenceli buluyordu. Ve de önceleri çekingen davranıp derin saygı gösteren herkesin arasında yükünü iyice tutmuş arabanın tepesine kurulup bacaklarını sallan-
dırıyor, oğlanlada gülüşüyor, sonra da dansa gidildiğinde kendini ortalarına atıp döndükçe dönüyordu. Bütün bun-
ları sarayın başarılı bir maskeli balosu olarak algılıyor ve nasıl hoş vakit geçirdiğini, saçlarında kır çiçekleriyle nasıl
halka dansı yapıp, çiftçilerle aynı testiden içtiğini Paris'te anlatacağını düşünüp keyifleniyordu. Versailles'da iken
pastoral oyunların aldatmaca olduğunu nasıl algılamadıysa, bütün bunların gerçek olduğunu da fark etmiyordu. Yüreği kendini daima ana kaptırıyor, doğruyu söylerken
yalan söylüyor ve aldatmak istediğinde de dürüst oluyordu: Madamın her zaman tek bildiği, ne hissettiğiydi. Ve şimdi bütün damarlarından mutluluk ve coşku akıyordu, gözden düştüğünü düşünmek onu güldürürdü. Ertesi sabah, saatlerinin kristal berraklığındaki ferahlığına bir damla kapkara bezginlik karışmıştı. Uyanmak bile
tek başına acıtıcıydı: Düşsüz geçen kapkara geceden sonra,tıpkı sıcak ve bağucu bir havadan buz kesmiş suyun içine
dalar gibi kendini günün içinde buldu. Onu neyin uyandırdığını bilmiyordu. Işık yüzünden değildi, çünkü gözleri yaşlı pencerelerin ardındaki yağrnurlu gün, donuk donuk parıldıyordu. Gürültüden de uyanmamıştı, çünkü ses yoktu burada, duvardaki ölmüş insanlar fotoğraflarının içinden ona delici sabit bakışlada bakıyorlardı yalnızca. Neden ve ne için olduğunu bilmeden uyanmıştı: Burada onu
çağıran ve cezbeden hiçbir şey yoktu.
Sonra, Paris'te uyanmanın nasıl farklı olduğunu düşündü. Akşamları dans edilir, oradan buradan konuşulur, gecenin büyük bir kısmı arkadaşlarla geçirilir, ardından
da uyarılmış duyuların renkli resimleri titreştirmeyi sürdürdüğü yorgunluğa bağlı o muhteşem uyku gelirdi. Ve sabahları gözleri henüz kapalıyken sanki düşünden yan-
sırmış gibi ön odalardan sesler duyardı ve sabah tuvaleti sırasında görüşmelere henüz başlamadan onlar içeri akın ederlerdi: Herkes, Fransız dükleri, ricacılar arkadaşları, aşıkları onun lütfun kazanmaya çalışır ve kayırılmayı bekleyenierin armağanı olarak büyük bir çabayla neşeli
davranırlardı. Hepsi bir şeyler anlatır, güler, gevezelik ederdi; dedikodular, yenilikler başucuna getirilirdi ve madam uyanmayı, doğrudan renkli düşlerinin içinden alıp yaşamın akışının içine taşırdı ve düş görürken dudaklarında beliren gülümseme uçup gitmez, ağzının kenarlarında öylece kalır, kafesinin içindeki kuş misali coşkuyla salınırdı. Gün, fotoğraflardaki insanlardan gerçek insanlara geçer ve bu insanlar giyinirken, gezinti ye çıkarken, yemek yerken yeniden gece yarısına kadar yanında kalırlardı. Yaşamının çiçekli kayığını fasılasız bir ritimle sallayan, dalgalar gibi
durmaksızın coşkun olan bu akışın kendisini mırıltılarla ileriye taşıdığını sürekli hissederdi kadın. Ancak akış burada günü bir kayalığa fırlatıyor ve insan saatlerin kıyısında sabit, hareketsiz, boş boş oturuyordu. Kalkması için kadını cezbeden hiçbir şey yoktu. Bir gün öncesinin masum eğlenceleri artık çekici gelmiyordu, onun
nazlı ilgisi çabuk dağılan türdendi. Oda boştu, havası kalmamış gibiydi, kendini bu yalnızlığın içinde anlamsız hissediyordu kadın; kimsenin onu arayıp sormadığı bu yerde boş, yararsız, yıpranmış, bitkindi: Neden burada olduğunu ve buraya nasıl geldiğini önce ağır ağır anımsamalıydı.
Günden ne bekliyordu ki, titrek ve sessiz adımlarıyla durup dinlenmeden sessizliğin içinde ilerleyen saate gözlerini öy-
lece dikmişti? Sonunda anımsadı. Eski sevgilileri arasında duyguyla bağlandığı tek kişi olan Alineourt Prensi'ne kendisine
atlı bir ulakla saraydan her gün haber ulaştırmasını rica etmişti. Ortadan kaybolarak Paris'i telaşa sardığını bir gün
önce tümüyle unutmuştu, ama şimdi canı bu zaferin tadını çıkarmayı şiddetle arzuluyordu. Ulak da çok geçmeden
geldi, ama haber gelmedi. Alineourt kayıtsızlık içinde ona birkaç basmakalıp söz ve haber yazmış, kralın sağlığının
yerinde olduğunu, yabancı prensierin ziyarete geldiklerini
anlatmış ve roadama samimi mutluluk dileklerini bildirerek mektubunu sonlandırmıştı. Mektupta ona ve ortadan
kayboluşuna dair tek söz yoktu. Kadın öfkelendi. Haber yayılmamış mıydı acaba? Yoksa bu sıkıcı yere dintenrnek
üzere geldiği yalanına gerçekten inanmışlar mıydı? Aklı kıt, ensesi kalın bir seyis olan ulak omuzlarını silkti. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Madam öfkesini gizleyip,
hırslandığını göstermeden Alincourt'a yanıt yazdı, gönderdiği haberler için teşekkürlerini sundu ve bundan sonra
da ayrıntılı bilgiler vermesini rica etti. Burada uzun sürekalmayacağını umut ediyor, ancak burayı yine de olağanüstü beğeniyordu. Prense şimdiden yalan söylediğini fark etmemişti bile.
Ama burada günler nasıl da uzundu. Saatler, sanki insanlar gibi temkinli adımlarla ilediyordu ve madam onları hızlandıracak hiçbir yol bilmiyordu. Ne yapacağını bula-
mıyordu; içinde her şey susmuş, yüreğinin anlamlı müziği, anahtarı kaybolmuş müzikli saat gibi ölmüştü. Çeşit çeşit şeyler denedi, kitaplar getirtti, ama en ilginç olanları
bile ona basılı kağıtlar gibi geliyordu. içini huzursuzluk kapladı; yıllardır aralarında yaşadığı insanları özlüyordu.
Uşakları dik başlı emirlerle boş yere oradan oraya koşturuyordu: Merdivenleri gıcırdatan adımlar duymak, insan görmek, sahte haber vızıltıları yaratmak, kendini kandırmak istiyordu; gelgelelim şimdiki bütün planları gibi bunu da pek başaramıyordu. Yemeklerden, odadan, gökyüzün-
den ve uşaklarından tiksiniyordu: İstediği tek şey, geceydi; daha iyi bir haber alacağı o sabaha kadar derin, düşsüz, kapkara bir uykuydu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 26, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

BİR ÇÖKÜŞÜN ÖYKÜSÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin