"Gözlerin ince ince sıyırırken gecenin ışığını, aklın bilinmeze doğru kayarken, yaşanmışlıklar akın ediyor beyninin içine... Gözlerin bulanıyor yavaş yavaş. Ellerinin arasında duran hiçliğe bakıyorsun sonra. Bunca olana rağmen, bunca acıya, bunca yaşanmışlığa rağmen ellerinin arasında hiçbir şey olmayışı üzüyor ruhunu. Karşındakinin hissizliği değil de, senin artık hissetmek istemeyişlerin dolduruyor odanın her bir köşesini. Yaşamak ve ölmek arasında ince bir çizgidesin.
Peki ya yaşarken ölmek diye bir tabir duydun mu?
Attığın her adımda hayattan nefret ettin mi?
Dik yokuşları tırmandın mı sırtında onca yük varken ve taşıyabilecek takatin yokken...
Ya sen hiç evlendirilmek Zorunda Kaldın mı henüz 13 yaşındayken. Ağlamaktan tek kelime edemeyecek hale düştün mü? Dizlerini karnına çekip kimseler duymasın diye içine içine ağladığın geceler oldu mu?
Sen hiç öldürüldün mü?
Soruyorum sana sen yaşarken öldün mü? "***
Gözlerimi araladığımda, aslında yavrumun Gözümün önündeki çırpınışlarına susmak zorunda olduğumu fark ettim. Ben susmak zorundaydım. Susarak atmak zorundaydım sessiz çığlıklarımı. Yavrumun yakarışlarınıa yüz çevirmek zorunda kaldım her seferinde.
Kaderi benim gibi olmasın diye uğraştım defalarca.
Gözlerindeki parıl parıl parlayan ışık gibi olsun istedim geleceği. Ailemin cahilliği ile erken yaşta evlendirilen ben, yine eşimin cahilliği ile erken yaşta evlendirilen kızım..
Hayatımız cahil kafalarla dolu bir toplumda, yine cahil kafa ile çalışan bir para tutkunu adamla çevriliydi bizim. Hayatımız köy evinde ki odadan, bazen de avludan ibaretti.
Biz özgürlüğü elinden alınmış, kanatları kırılmış ve acı ile inim inim inleyen 2 kuştuk belki de...
Derin yaralarımız vardı bizim. Aynı yerden aynı darbeleri almıştık. Biz bir cinayete verilmiş süs gibiydik. Öldürülmüştük evet ama bu intihar gibi gösteriliyordu bize. Yani biz kendi kendimizi öldürmüştük. Aslında belki de doğruydu bu. Belki susup kabullenseydik Kaderimizde yazılanı deşilmezdi yaralarımız bu kadar.Bizler için umut diye bir şey yoktu. Ben umut diye tek bir dala tutundum. Bir ışık buldum kendime. Yaşamak ve ölmek arasındaki o ince çizgide, seçimimi yaşamak olarak seçtim bu yolda. Tek bir nedenim vardı. Beni bu hayata bağlayan tek bir neden...
Kızım Sahra...
Hayatımdaki çöle serap olan, günümü güzelleştiren, gecemi aydınlatan, bana yaşamam için umut olan küçük bir beden.
Daha karnımdayken başladı Sahra'mın imtihanı. Daha doğmadan acılar sardı dört bir yanını. Henüz dünya ona kucağına açmadan acılar 'merhaba' dedi yavruma.
Nasıl mı?
Kocam Sahra'mın kız olacağını öğrenince deliye döndü. Allah'ın verdiği lütufa, karara şirk koştu. Kabul etmedi karnımdaki küçük bedenin erkek olamayışını. Şeytan'ın sesi doldurdu onun kulaklarını. O an sanki Şeytan'ın ta kendisiydi. Gözlerinden öfke fışkırıyordu adeta. Gözlerim tanıyamaz olmuştu karşımdakini. İşte o zaman anladım ki şeytanın esiri olmuştu o beden.
'Kötülük' kelimesi vücut bulmuştu karşımda. İnsanlığa dair hiçbir belirti yoktu suratında.Sobanın yanında duran şişi eline aldı ve hiç acımadan defalarca sapladı bedenime. Vücudumda hissettiğim o sızlama, kanın ılık ılık bedenimden dışarı çıkışı, benim acıyla inlemelerim, hissizleşen ve artık yere tutunamayan bacaklarım...
Saniyeler bir ömür gibi geliyordu. O an dünyadaki cehennemimi yaşıyordum adeta. Gözlerim yavaş yavaş hiçliğe doğru gidiyordu. Yerde İki büklüm yatmış, sonumun gelmesini, Azrail'in canımı almasını ve acılarımdan kurtulmayı bekliyordum. Göslerimin son kez kapandığını biliyordum. karanlıkla bütünleşti vücudum. karanlığın sonunda bir silüet belirdi birden.
küçük bir beden ve ince bir ses...
"Çölüne yağmur olmaya Geldim anne"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNCE ÇİZGİ
General FictionYaşarken ölmek diye bir tabir duydun mu? Attığın her adımda hayattan nefret ettin mi? Dik yokuşları tırmandın mı sırtında onca yük varken ve taşıyabilecek takatin yokken... Peki ya sen hiç evlendirilmek zorunda kaldın mı henüz on üç yaşındayken? Ağl...