"Ne her şeyden çok uzak, ne de hiçbir şeye çok yakın. Öylesine ortada kalmış, öylesine çaresizim işte."
..............
Ağrıyan başımı parmaklarımla ovuştururken önümdeki dosyaya saatlerdir bakmayı sürdürüyordum. Daha fazla dayanamadım ve elimdeki dosyayı sehpaya bırakıp yaslandığım koltuktan destek alarak ayağa kalktım.
Mutfağa ilerlerken beynimde dönüp dolaşan düşünceler beni haliyle meşgul ediyordu. Sürahiden kendime su doldurup balkona doğru ilerlemeye başladım. Temiz hava almaya ihtiyacım vardı.
Kendimi sıkışmış, kapana kısılmış gibi hissediyordum. Sanki bir el ben nefes alamayayım diye boğazımı sıkıyor, çırpınışlarıma aldırmadan ellerini daha da sıkılaştırıyordu. Öldüğümü hissediyordum adım adım.
Gözlerimi her kapadığımda sadece o yüzü görüyordum. Ailemi dağıtan, beni yapayalnız bırakan o adamın yüzünü. Arabayı ateşe verdikten sonra eserine gururla bakan sanatçı gibi gülüşü, yardım çığlıklarımı umursamadan arabaya binişi, arkasına bile bakmadan oradan uzaklaşışı... Hiçbir saniyesi silinmemişti lanet zihnimden.
Ama az kalmıştı, biliyordum. Beni yarım bırakan, hayatımı çalan o adama gün yüzü göstermeyecektim. Öldüğüm her gece için cinayet işlemekten asla çekinmeyecektim. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı elimde.
Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakarak alayca gülümsedim ve elimdeki su bardağını kaldırdım.
"Öldüğüm gecelere say, öldürdüğüm geceleri." Derin bir nefes aldım ve devam ettim, meydan okumama. "İşlediğin cinayetlere say, işleyeceğim tüm cinayetleri."
Havaya kaldırdığım bardağı indirdim ve suyu tek dikişte içerek içeriye adımlamaya başladım. Tekrar durağım oturma odası olurken sehpaya bıraktığım dosyayı tekrar elime aldım ve koltuğa oturarak gözlerimi elimdeki kağıtlar üzerinde gezdirmeye devam ettim.
Adım soyadım gibi ezberlediğim bilgileri tekrar tekrar okurken kafamda dönüp duran tek şey intikam duygusuydu. Cebimdeki telefonu çıkardım ve gözlerimi ovuştururken arkadaşımın numarasını tuşladım.
"Güzelim, sen beni arar mıydın ya?" Kulağıma dolan ses gözlerimi devirmeme sebep olsada yüzümdeki gülümsemenin de nedeniydi.
"Ya sorma yaptım bir hata."
"Kırıldığımı belli etmek isterim." Sesi keyifli geliyordu. Kıkırdadım ve asıl konuya girmek için söze başladım. "Ben sonra alırım gönlünü senin. Benim seni arama nedenim başka."
İkinci cümlemde bir anda ciddileşen sesim onun da dikkatini bana vermesini sağlamıştı. "Seni dinliyorum."
Derin bir nefes almaya çalıştım, yıllardır olduğu gibi. Gözlerimi yumdum ve kafamdaki cümlelerin dışarı çıkmasını sağladım. "Yarın her şeyin başladığı gün. Bundan sonra beni tanımıyorsun, hiçbir şeyden haberin yok."
"Sare, beni saf dışı tutma." Yutkundum. Sesi ciddileşmişti. Kaşlarını çattığına görmesem bile yemin edebilirdim.
"Zorundayım. Bundan sonra hiçbir şey kuralına göre olmayacak."
"İşte bu yüzden beni oyuna sokmalısın. Seni koruyamam." Ellerim başımı bulurken konuşmaya devam etti. "Sare, beni oyuna al. Sana yardım edebilmem için beni oyuna al."
Ayağa kalktım ve olduğum yerde volta atarken saçlarımı karıştırmaya başladım. "Beni dinle Soobin. Bu oyun çok tehlikeli. Seni riske atamam. Senin dışarıda kalman çok daha iyi. Bak, benim kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı, anlıyor musun? Hiçbir şeyim yok. Ama senin bir ailen var. Sevdiğin kadın var. Bunu göze alamam."
"Lanet olsun! Tamam, tamam. Dediğin gibi olacak. Ama beni asla habersiz bırakmayacaksın anladın mı? Her türlü sıkıntıda anında bana ulşacaksın." Kafamı salladım, sanki beni görebilecekmiş gibi. "Tamam."
Derin bir nefes çekti içine, benim aksime. "Kendine dikkat et tamam mı?" Kafamı salladım tekrar. "Tamam." Yutkundum ve sesimin kendinden emin çıkması için kendimi zorladım. "Teşekkür ederim, Soobin."
"Veda eder gibi konuşma, gelip saçlarını eline veririm senin." Gülümsedim. Niyetimi anlamıştı. Bu yolun dönüşü olmadığının farkındaydı, ama küçük bir çocuk gibi kabul etmek istemiyordu.
"Soobin, uzatmanın anlamı yok. Ertelemek hiçbir şeyi değiştirmeyecek." Burukça gülümsedim. Çocukluk arkadaşıma veda etmek çok zordu. "Bu güne kadar yaptığın her şey için teşekkür ederim. Seni asla unutmayacağım. Kendine iyi bak olur mu?"
"Sare, her şey bittiğinde seni o oyun parkında bekliyor olacağım güzelim. Beni merak etme, sen kendine iyi bak sadece. Kısa bir süre sonra görüşmek üzere..."
Gözümdeki yaşı umursamadan gülümsedim ve küçük çocuk gibi akan burnumu içime çektim. "Hoşçakal." Telefonu kapattıktan sonra boğazımdan kaçan hıçkırığa engel olamadım.
Bana eski hayatımdan kalan son hatırayı da geride bırakmıştım. Artık kelimenin tam anlamıyla yapayalnızdım. Artık kelimenin tam anlamıyla kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı.
Ama şunu biliyordum ki, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insanlar her zaman en dokunulmaz olanlardır. Çünkü hayat elinizden alacak hiçbir şey bulamaz. O, sizi sınayacak bir sınava sokamaz. Kalbinize dokunan biri yoksa sizi onun yokluğuyla sınayamaz.
Gözümdeki yaşı sildim ve koltuğa bıraktığım dosyayı elime aldım. Gözlerim kararmış, avına bakan bir yırtıcı gibi kısılmıştı. Artık oyun başlıyordu ve bu oyunun kurallarını ben koyuyordum.
"Hayatını mahvetmeye geliyorum. Elinde olan her şeyi birer birer senden koparıp atacağım. İşini evini arabanı almak değil, oğlunu senden alacağım."
Gözlerimi hayatımı mahveden adamın resminin üzerinde gezdirmeye devam ettim. "Seni ilk önce kimsesiz bırakıp en sonunda da yarını görme umudunu elinden alacağım. Ve inan bana Bay Kim, bu işi büyük bir zevkle yapacağım."
Evet... Güzel başladık sanki, siz ne düşünüyorsunuz? Yazmayı o kadar özlemişim ki... Karakterimiz nasıl biri, ileride sizce neler olacak? Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. Hepinize kocaman koskocaman öpücükler...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akuma
Fanfiction"Sen kendi yıldızlarını vücudunda taşırken bir şeyi hep unutuyorsun." Attığı her adımda üzerime doğru gelmeye devam ederken en son karşımda durdu ve kafasını eğip kulağıma doğru fısıldayarak konuştu. "Sen kara deliğini de vücudunda taşıyorsun. Hem d...