1/3

4.6K 300 443
                                    


sufjan stevens - futile devices

bir keresinde taehyung bana bazı basit şeylerin altında çok başka anlamların yatabileceğini söylemişti.

küçük bir bebek mesela, onun ilk defa dışarı çıkışını düşün, demişti. yüzüne vuran meltemle ilk karşılaşması, tombul yanaklarının gerilişi, küçük ağzını olabildiğince açışı, avuçlarını yukarı kaldırıp şu gelip geçici tuhaf, yeni hissiyatı tekrar hissedebilme çabası.

aslında birkaç saniyeden ibaret olan bu eylemler herhangi birisi için çok basitti fakat düşündüğünüzde sımsıcak ediyordu içinizi, bir başka oluyordu yani. öyle bir şeyler.

taehyung'a göre ikimiz de böyleydik.

haklı olabilirdi. olmayabilirdi de. bu konular hakkında pek düşünmezdim, evren, kader, kanımca hepsi insanlığın uydurmasıydı. taehyung buna katılmazdı, ne zaman ona bunların saçmalık olduğunu söylesem dudaklarını büzer, "saçmalama!" derdi. taehyung inandığı şeyleri savunmaya bayılırdı.

ben de onunla ilgili şeylere bayılırdım. bayağı, basit bir cümle olabilirdi bu fakat kader kelimesine kahkahalarla gülen birisinden çok da bir şey beklememek gerek.

onu düşünüyordum yine, yatağımda büzülmüş, zar zor açabildiğim gözlerimle tuhaf desenli kırmızı yastığımı izliyor ve dünya ile aşkla ilgili çok önemli şeyler düşündüğümü sanıyordum. alakası yoktu. dünyaya dair tek bir şey bilmiyordum ve aşka dair bir şey sorsalar ağzımı açtığım anda taehyung dışında bir kelime dökülmezdi ağzımdan.

ama böyledir işte, insan uyanıp tuhaf desenli kırmızı yastığını izlerken dünyayı kurtaracak fikirler düşündüğünü zanneder. bir şekilde ilk insana ulaşsanız onu büyük ihtimalle taştan yastığına kafasını koymuş, çok da felsefik olmayan düşünceler içerisinde bulurdunuz. bu yüzyıllardır böyle sürüp gidiyor olmalıydı, tabii yastık kırmızı olmak zorunda değildi. taehyung kırmızıyı seviyordu.

yine de, "evet," diye düşünüyor insan. "bunlar, şu an düşündüklerim büyük düşünceler. unutmamam lazım."

ama unutacağınızı bilirdiniz, bu büyük düşüncelerin hemen ardından günlük bir şey kaplardı zihninizi. ben taehyung'u düşünürdüm. ben hep taehyung'u düşünürdüm.

tuhaf bir düşünme faslıydı bu. onu yıllardır tanıyor olmama rağmen işin aslı hiç tanımıyor oluşumu vuruyordu yüzüme. "vurmasana," diyordum. gülerek, "hah!" diyordu. sanki ben yüzüne vurmasam senin haberin olmayacak tarzı bir 'hah'tı bu.

haklıydı biraz. bunu pek fazla düşünürdüm. "taehyung," diyordum düşünmekten kafayı yiyeceğimi zannettiğim, belki de zannetmediğim, haklı olduğum zamanlarda. "seni hiç görmeden nasıl aşık oldum ben sana?"

yüzünde alışık olduğum tatlı gülümseme oluşuyordu. "sevgilim," diyordu. "bazı şeyler kaderinde varsa ne yapıp eder onu bulursun."

dünya meselelerini kendi kafamda çözdükten sonra, "ne zaman gelecek acaba?" diye düşündüm. ona anlatmam gereken bir şeyler vardı, dün okulda kavga ettiğim karga sesli çocuğu ve belki de biraz varoluşçuluğa yönelmemiz gerektiğini söyleyecektim. varoluşçuk fikrime karşı çıkabilirdi, kader konusundaki takıntısını sürdürüyordu nasıl olsa.

yine de hemen gelmesini diledim çünkü gözlerim, görüşümdeki kırmızı tuhaf desenli yastığımı bulanıklaştırıyor, beynimi sulandırıyordu. bunu sevmezdim, fazla karmaşıktı, yoruluyordum. buna rağmen inadına ayırmadım gözlerimi desenlerden, bir savaşta gibiydik, tam anlamıyla öyleydi. taehyung'a bu benzetmeden bahsetmeyi düşündüm fakat vazgeçmem kısa sürdü, savaş kelimesinden hoşlanmazdı.

89Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin