3/3

1.6K 246 369
                                    


[ sufjan stevens - fourth of july ]

bir otobüs koltuğunun köşesine büzülüp tam olarak nereye gittiğinizi bile bilmeden ve yanınıza aldığınız tek bir kitap cildi dışında her şeyinizi yitirmiş bir şekilde yolculuğa başladığınız gün, hayatın o kadar da karmaşık olmadığını anlıyorsunuz.

taehyung burada olsa benim yerime özür dilerdi bu karmakarışık ve uzun cümle için ama böyle bir niyetim yoktu benim. onun aksine dolambaçlı cümleleri severdim ve yeryüzünde taehyung dışında özür dileyeceğim tek bir insan dahi yoktu.

dindar babam bu dediklerimi duysa yirmi yıl boyunca kutsal kitaplar arasında ahlak normlarının dışına bir kez olsun çıkmadan eğittiği oğluyla gurur duyardı eminim ki.

taehyung ise ironik bir cümle kurduğumda ironiyi asla yansıtamadığımdan bu sevdamdan vazgeçmemi söylerdi.

"konudan sapıyorsun," dedi tanrı.

daegu yolundaydım. ağaçlar bir bir gözümün önünen akıp gidiyordu, sayısız dağ ve ormanı ardımızda bırakmıştık. kendi şehrimin, busan'ın denizi gözümün önünden kaybolduğundan beri bir yitiriliş hâlindeydim. deniz olmadığında insan kendini yitirirmiş. ben de taehyung olmadığında yitirdim.

yanımdaki orta yaşlı kadının okuduğu kitaba bakıp hayatı hakkında fikirler ortaya atarak nasıl yaşadığını düşünmek gelmedi içimden. bu arzu içimde çok kısa bir süreliğine kıvılcımlanmış olsa dahi hemen sönüverdi, zira yolculuğun yarım saati boyunca erkek kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesinden hayatına dair öğrenmediğim hiçbir şey kalmamıştı.

elimdeki kitabın karton kapağı üzerinde geziniyordu parmaklarım. heyecan yoktu içimde. korku yoktu. oysa evimden başka bir yere her gidişimde mutlak bir korku duyardım.

"aptal," dedi kafamdaki tanrı. "zaten evine gidiyorsun."

ona cevap vermeye yeltelenmedim. haklı olması canımı sıkmıştı fakat salakça hakaretlere karşılık vermekten daha önemli işlerim vardı. taehyung'u düşünmeliydim mesela, son birkaç asırdır yaptığım bu değilmiş gibi.

evime gidiyordum.

taehyung'u son görüşümün ardından ona gidiyordum.

parmaklarım kasıldı, karton kapağı kavradım sertçe. bu düşünce tuhaf hislere yol açıyordu.

"pardon?" dedi yanımdaki kadın omzumu hafifçe dürterek. "iyi misiniz acaba?"

"henüz değil," dedim yarım yamalak gülümserken. "fakat iyi olmaya gidiyorum."

yolculuklar böyledir işte. altında çok anlam aramazsınız çünkü anlamları da sürükler kendisiyle. birkaç soru vardır, aynı yöne gittiğiniz birileri, ortaya atılmış birkaç cümle vardır, birbirini tanıma amacıyla yapılmış yarım sohbetler ve kendini tanıyamayan insanların verdiği kendini tanıtma çabası. yolculuklar böyledir.

bunlar önemsizdi, benim sadece taehyung'u görmem lazımdı.

taehyung hemen karşısındayken dahi gözleri onun hasretini çeken bir adam için bu ayrılık fazlaydı. bir gün geçmişti, bir gece ve bir gündüz atlatmıştım yokluğunda. kafamda tekrar edip duran görüntüler vardı. taehyung'un kadehi kaldırışı, söylediği son sözleri, son gülümseyişi, son gidişi. düşen kadehin yere saçılan parçaları.

o kadehle beraber parçalandığıma dair birkaç yalpalayan cümle kurmaya çalıştım. "sırası değil," dedi tanrı. zaten cümlelerim de fazla yalpalıyordu, sustum bu yüzden.

89Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin