Evin yan tarafındaki alana karşılıklı konulmuş ağaç kütüklerinin üzerinde oturan büyükannemin ve kuzenlerimin yanına gittim.
Büyükannem benim geldiğimi görünce konuşmaya başladı, "Kızlar bugün sizlerle farklı bir yere gideceğiz. Bunun öncesinde sizinle konuşmak istediklerim var." dedi. "Sizlere öğrettiğim Niah ve Soğh dillerini biliyorsunuz. Bu dillerin altındaki gerçekler hakkında anlatmak istediklerim var." dedi.
"Ne gerçekleri Büyükanne?" diye sordu Irene.
"Öncelikle sevgili kızlarım, anlatacaklarımın birer masal olmadıklarını ve gerçek olduklarını bilmelisiniz. Evet, ailemizdeki herkes beni kaçık bir bunak zannediyor olabilir ama sizler beni en iyi tanıyanlarsınız. Sizlere asla saçmalıklardan bahsetmem." dedi.
'O biraz şüpheli.' dedi zihnimde yankılanan ses. Eğer bereberinde gelem uğultu olmasa bunu Elena'nın söylediğine yemin edebilirdim. Ama aklım yine bana oyun oynuyordu.
"İkinci olarak anlatacaklarım bitene kadar tek bir kelime bile duymak istemiyorum." dedi. Hiç birimizden ses çıkmayınca devam etti. "Güzel, şimdi ayağa kalkın ve beni takip edin yolda konuşacağız." dedi ve ayağa kalktı. Evin sol tarafına yürümeye başladı. Bizler arkasında onu takip ediyorduk.
Ormanın içine girmiştik. Ormana sadece antreöanlar sırasında girerdik ama derinlerine inmezdik. Ama ilerledikçe derinlerine gitmemiz gerekeceğini düşünmeye başlamıştım.
Büyükanne sırtı bize dönük şekilde yürürken konuşmaya başladı. "Dünya yaratıldı ve Adem ile Havva Dünyaya indi. Zaman geçtikçe insanlık çoğaldı. Bir çoğu zamanla büyük günahlat işledi, hem birbirlerine karşı hem de doğaya karşı. Kendisine zarar verenlere sırtını döndü doğa. Hâlâ günahsız olanlar doğayla bütünleşti. Doğayı anladılar. Aydan aldıkları enerji ile doğa üzerinde yeteneklerini geliştirdiler. Zamanla bu kişiler birbirlerine destek olabilmek için bir kabile kurdular. Küçük bir kabileydi, yalnızca 5 aileden oluşuyordu.
"Zamanla güçlendiler ve doğanın güçlerini kontrol etmeye başladılar: Hava, Su, Ateş, Toprak ve Ruh... Başlarda herbir aileden yalnız bir kişi, bu güçlerden birine hükmedebiliyordu. En güçlüsü Ruh'du çünkü Ruh tüm güçleri içinde barındırıyordu.
"Çocuklarının çocukları ve onların çocukları da bu Güçlerle dünyaya geldi, fakat sadece karakteri ve zihni güçlü olanlar hükmedebildi. Ay'dan enerji alıyor ve güçleniyorlardı.
" Çocuklar aile büyükleri gibi oraya bağlı oturmak istemiyordu. Zamanla kabile dünyaya açıldı. Kötülüğün kol gezdiği dünyaya. Doğa Güç'lerine kötülük bulaştı ve insanlara zarar verdiler. Bir kısmı bu Güçlerin tüm insanları alt etmek için Tanrı tarafından gönderilmiş bir işaret olduğunu düşünürkem bir taraf bu güçlerin doğayı korumak için verilmiş bir sorumluluk olduğunu düşünüyordu.
"Bir savaş başladı ; İyi ve Kötü arasında. Güçler eşitti, kazanan yoktu ama herkes kaybetmişti. Savaş aileleri katlediyor, Güç'e sahip olanları yok ediyordu. Bir hastalık savaşçıları ele geçirmişti: Öldürme Tutkusu. Doğanın Güç'leri ayaklandı. İyi-Kötü, yaşlı-genç ayrımı olmaksızın hepsini yok etti.
"Bir kişi hariç:Angel. O bir savaşçı değildi, o sadece savaş sırasında doğmuş masum bir bebekti.
"Doğanın Gücü onu Rüzgârı ile insanların dünyasına taşıdı. Orada bir onu evlat edinen bir aile ile büyüdü, gelişti. Zamanla diğer insanlardan farklı olduğunu anladı. Onda Ruh Gücü hakimdi ve zamanla bunu fark etti. Sürekli araştırma yapıyor kendini tüm Güçler üzerinde geliştiriyordu.
"Evlendi ve iki kız, iki oğlu oldu. Tüm çocuklarında Güç vardı. Ama sdece en küçük kızında bu güçlere hakimiyet kurdu. Toprak Gücünde ustalaştı. Diğer üç çocuğu hastalanıp öldü. Güç onları tükenmişti. Eğer içinde hakimiyet kuramayacağın ufacık zerre dahi varsa Güç kişiyi tükeder ve öldürürdü. Ama onlar bunu anladığında çok geç olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLUE MİRROR
Ciencia FicciónEra, babası yeniden evlenmeye karar verince 'Tuhaf' Büyükannesinin yanına taşınır. Ama orada da pek vakit geçirmeden ayrılmak zorunda kalır. Yeni bir hayata, yeni başlangıçlara en acayip adımı atar ve Dünya'dan çok uzaklara yeni diyarlara yol alır. ...