Onun sesini duymak istediğim günlerden birisi daha.Onu sadece şarkılarda duyabiliyorum.
Ama şarkıların onu bana hatırlattığı zamanlarda, mor kulaklığımla onu bulmak için şarkılarda arayışlara çıkıyordum.
Doktorlar iyi olmamı istemiyordu.
Beni günden güne öldürüyorlardı.
Bulunduğum odada, beyaz çarşafların arasında bağdaş kurmuş duvara yaslı bir şekilde otururken yine kapı açılmıştı.
Elindeki tepsiyle içeriye giren kadını görür görmez olduğum yerden kalktım.
"O zehri ben bir daha içmem!"
Hemşire kadın sakin olmamı söylerken ben onu dinlemiyordum bile.
"Bu ilaçlar senin iyi olmanı sağlayacak şeyler. Seni öldürecek değiliz Kamelya, sadece sakin ol."
"Sakin ol mu? Ben deli değilim! Siz zaten beni her gün burada tutarak öldürüyorsunuz."
"Seni iyileştirmek istiyoruz. Eğer bu ilaçları içmezsen doktor bundan hiç hoşlanmayacak."
"İnsan bir kere değil, bin kere ölürmüş... Siz beni iyileştirdiğinizi sanıyorsunuz ama ben iyileşmiyorum. Daha da kötü oluyorum."
"Zihninin içindeki sesler mi söylüyor sana kötü olduğunu? Sanmıyorum. Onlar bir yanıltmaca Kamelya."
"Siz ne biliyorsunuz ki? Sizin hiçbir şey bildiğiniz yok. Sevdiğini kaybetmenin acısını bilmiyorsunuz. Doğru ya. Bu yüzden bana deli teşhisi koydunuz."
"Bu ilaçları iç." Emir veren yüksek ses tonuna karşı ruhsuz bir şekilde gülümsemekle yetindim. "Buradan nefret ediyorum, siz insanlardan tiksiniyorum."
"Ama o yanındayken öyle söylemiyordun?"
"Kendinizi onunla nasıl bir tutarsınız?"
"Ben bir hemşireyim ve görevimi yapmak zorundayım. Şimdi bu ilacı içiyor musunuz içmiyor musunuz?"
Yorgun bakışlarımı tepsiye yönelttim.
Ölüyordum.
Haykırsam da... bağırsam da... yalvarsam da... öldüğümü bilmiyorlardı.
Hiçbir şey söylemeden elinde tuttuğu tepsiden aldığım bardağı ince parmaklarıma yerleştirip zehri ağzıma tıktıktan sonra suyu tek dikişte bitirdim. Boğazımdaki zehir kanıma karıştığında öğürmemek için kendimi zor tuttum kendimi.
"Oldu mu? İstediğiniz oldu yani? Şimdi def olun buradan!"
Seni özlüyorum. Özlüyorum ama sana ulaşamıyorum, bu canımı ne kadar çok acıtıyor hissediyor musun?
Hani beni hiç bırakmayacaktın?
Nefret ettiğim rengin üzerine atlayıp ağlamadan öylece durdum. Uzun kollu tişörtümün uzun gelen kısmını yukarıya doğru sıyırıp kolumdaki saate baktım.
Saat tam 00:00 olmuştu.
Pencereler kapalı olduğu için gökyüzüne bakamıyorduk. Odanın karanlığında bile sadece ışık vardı benim için. Yıldızlara bile bakamadığım bu cehennem de ben her gün senin yokluğunda ölüyorum.
Gece olduğunu hissedebiliyordum. Kafamdaki seslerin uğultusu ve yakarışları o zehri içtiğimden beri daha çok artıyordu.
Sesler... her yerdeler.
Kapının açılma sesini işittiğimde, yalnız olduğum odanın içindeki 'sen' kelebekleri kanat çırptı gökyüzüne, senin yokluğunu hissetmiş gibi.
Bir günlük ömrü olan o kelebekler göğe uçtuğunda kulağımda eşsiz güzellikte olan bir ritim bıraktı.
Bir senkronize.
Sesler git gide daha çok artmaya başladı.
Tam o sırada, hiç beklemediğim bir an da, kafamın içindeki insanların yakarışlarının olduğu mezardaki canavarlar sustu ve sadece o müziğin ritmini duydum.
Ve senin o güzel sesini.
Gel diyordun bana.
Ne olur gel.
O an anlamıştım, ilk şarkımızı.
Bulmuştum seni işte bu şarkıda.
Hatırlattığın tüm anılarımızı.
Seni yüzümdeki şapşal ifademle bekleyişlerimi.
Yağmurun altında ıslanırken her bir damla yanaklarıma düştüğünde o tanecikleri özenle silmeni.
Sen kendini, benim içime saklamıştın.
*
Küçük kar küresinde,
Bir erkek, bir kız,
Gülümsüyordu.
Çiçeklerin kokusunu
İçine çekerek.
Gülünce, kokun,
Kokuma karışsın diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şarkılarda arayış
Historia Corta[030420] [040420] [tamamlandı] Anlattıklarım kadar varsın. Anlatmadıklarım kadar yoksun.