Canı yandığında insan sevdiğine mi giderdi, onu sevene mi?
Ben bu soruya hiç cevap veremedim. Çünkü gece yarılarında hep canı yananlara, beni sevenlere ya da benim sevdiklerime kapıyı açıyordum. Onlar varken asla kilitlemiyor, istedikleri gibi girip çıkmalarına izin veriyordum. Belki de her şey bir gün bu soruya cevap vermemek içindi. Sonunda yalnız kalmamak, gidecek bir kapı aramaktansa kapı olmaktaydı mesele. Evet, ben Ecra. Ben bir kapıyım. Bu yüzden yine açıldım.
"Sarhoş musun?" diye sorarken sesim titremişti. En son ne zaman birini bu kadar dağınık, bu kadar kırgın ve bıkkın görmüştüm kendimden başka, bilemedim. Koyu saçları karmakarışıktı. Yüzü kırışıklıklarla dolmuş, gözleri kanlanmış, ayakları daha fazla yere basamayacağını bağırırcasına kamburlaşmıştı. Yardım için çığlıklar ata ata çığ devirmişti sanki. Yangınların içinden çırılçıplak geçmişti. Sonunda kendini bir dereye atana kadar cam kırıklı yolları aşmıştı.
"Hayır." dedi Demir zar zor duyduğum sesiyle. Sonra hep yere bakan gözleri gözlerimi buldu. Ağlamıştı. Sanırım içimdeki bir yerler de o gözler bana bakmaya başladığında ağlamıştı. Sanki değişmişti çocukluğumun yazgısı. "İçeri almayacak mısın beni?"
Kapının bir adım yanına çekilip geçmesine izin verdim. Adımları doğruca salona giderken soslu makarna tabağımı görmüş olmalıydı. "Yemek mi yiyordun?"
"Yok, midem almadı. Sen yer misin?" Başını salladı. Sonra bana dönüp uzunca baktı.
"Solgun duruyorsun. İyi misin?"
Sorma, demek istedim. Ne olur kendin bu haldeyken bile bana iyi misin diye sorma. Beni bu kadar sevme. Bana bu kadar aşık olma. Bana bunu yapma.
"Midemi bozmuşum biraz. Çıkardım yediğimi." Kaşları çatıldığı anda soracağı soruya cevap verdim. "Evet, gittim hastaneye."
Derin bir nefes aldım. Hamile olduğumu söylememek için direndim. Senin çocuğuna hamileyim dememek için sustum. Ellerim refleks olarak karnıma gitse de mideme doğru çıkardığım parmaklarım beni kurtardı. "Üşütmüşüm sadece."
Koltuğa oturup başını geriye doğru atarken "Ne oldu?" diye sordum. Sesimden çıkan şefkat tohumları yüreğinde yeşermiş olacaktı ki gülümser gibi dudaklarını kıvırdı.
"Bir şey olmadı."
"Beni geçiştirme Demir."
Ellerini şakaklarına götürüp ovmaya başladı. "Başım ağrıyor." diye mırıldandı. Sonra parmaklarını çekip başını kaldırdı ve bana baktı. "Sana gelmem için bir sebep olması gerekiyorsa, sebebim sensin. Ama sen bunu biliyorsun zaten"
Elimi tuttuğunda sıcaklığından irkildim. O da benim soğukluğumdan irkilmiş olmalıydı. Yine de gözlerini gözlerimden çekmedi. Ben ellerine baktım, yere baktım, yemediğim ve salçası üzerinde donmuş olan makarnaya baktım, lekelenmiş gömleğine ve Ecra diye atan göğsüne, kalbine baktım ama ona bakamadım. O ise bir saniye bile çekmediği gözleriyle gözlerime baktı. Ellerime dokundu. Bırakmamam için yalvarırcasına ellerimi tuttu. Sonra ona baktım. Sanki depremler oluyordu fay hatlarımın üstünde. Evler yıkılıyordu içimde. Ölmek üzere olan hastaya yetiştirir gibi kalbim kan pompalıyordu bedenime.
"Boşandım." dedi ardından. O kadar zor söylemişti ki, kendisi bile inanamamıştı belki de 2 yıldır ayrılmak istediği karısından ayrılabildiğine.
"Çocuğumun katili olan annesinden boşandım."
"Demir..."
"Cezası da belli oldu bugün. 16 yıl dediler. Birkaç ayı daha vardı, dinleyemedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kıranoğlu (Töresiz Serisi 1. Kitap)
General FictionKaçtıkça dibe batan, savaştıkça boğulan bir kadın. O, töresiz. Hep berdele kurban giden kadınların aşklarını okuduk. Bu kez töreyi ayaklar altına alan bir annenin sevgisini okuyacağız. Beyler, ağalar, aşiretler, aşklar, entrika dolu oyunlar. Ama ka...