Saate baktım ve fazla vaktimin olmadığını fark eder etmez hemen oturduğum koltuktan kalkarak odama geçtim. Bedenimi dolabın karşısına sabitleyip ne giyeceğimi düşünmeye başladım.
Siyah yırtık kotum, siyah beyaz çizgili tişörtümü ve beyaz ayakkabılarım ile siyah yağmurluğumu dolaptan çıkartıp yatağın üzerine bırakarak saçlarımı yıkamaya gittim. İşimi hallettikten sonra hemen çıkardığım kıyafetlerimi giyerek tekrar salona geçtim ve Namjoon'u beklemeye başladım.
Çok geçmeden dışarıdan gelen korna sesini duyup hemen anahtarlarımı alarak evden çıktım.
"Selam." Namjoon başını camdan çıkartarak gülümseyerek konuştuğunda bende aynı şekilde karşılık vermiştim. "Ee, gelmiyor musun?" Namjoon yanında ki koltuğu işaret ettiğinde bende neden bu kadar beklediğime anlam veremeyerek hemen kapıyı açarak oturmuştum.
Emniyet kemerimi taktıktan sonra Namjoon arabayı sürmeye başlamıştı. Uzun bir süre aramızda oluşan sessizliği bozarak lafa atlamıştım. "Nereye gidiyoruz?" Namjoon yamuk bir gülüş atarak konuşmuştu. "Sürpriz."
Yaklaşık yarım saat sonra araba durduğunda nerede olduğumuzu anlamak amacıyla etrafa bakınmıştım fakat pek tanıdık bir yer gibi gelmemişti. "Burası neresi?"
Namjoon bana cevap vermeden arabadan inmiş ve ellerini iki yana açtıktan sonra konuşmuştu. "Sürprizim." Salak herhalde bu çocuk o kadarını anlamıştım. Tekrar etrafa bakınmakla meşgulken bir anda Namjoon yanıma gelmiş ve elimden tutarak beni bir yerlere sürüklemeye başlamıştı.
Bulunduğumuz ortamın büyüsüne kapılmışken Namjoon konuşmaya başlamıştı. "Ah, bu gülleri bulmak zor olmadı fakat hepsini eşit şekilde etrafa dikmek biraz zorlayıcıydı açıkçası." Yamuk bir gülüş attıktan sonra gözlerim ister istemez ellerimize kaymıştı. Hâlâ birbirlerine kenetli olan ellerimizde bakışlarımız durduğunda Namjoon bunu fark ederek elini çekmişti.
Elini başına götürüp kaşırken aynı zamanda konuşmuştu. "Kusura bakma, bir anda elini tuttuğumu unutmuşum." Onun bu hâline gülümseyerek tekrar elimi eline doğru götürüp gülümseyerek konuşmuştum. "Sorun değil, o yüzden bakmamıştım. Bu.. Tüm bu şeyler, güller ve renkleri. Dışarıdan bakıldığında çiçeklerle ilgilenen biri gibi durmuyor olabilirim ama kaldığımız yazlıkta bir seramız var ve neredeyse hepsini ben dikip büyüttüm. Senin sandığından çok çiçeklerle ilgiliyimdir."
Namjoon gülümseyip ellerini ellerime daha sıkı kenetledikten sonra önce çiçeklere, ardından da bana bakarak konuşmuştu. "O zaman anlamlarını da biliyorsundur. Ah, faka bastım sanırım." Başımı iki yana sallayarak onu yanıtlamıştım.
"Faka basmadın, sana daha çok bağlanmama sebep oldun şu anda." Namjoon biraz ilerleyip eline bir adet beyaz gül alarak bana doğru uzatmıştı. Cok gecmeden ikimiz de aynı anda konuştuk. "Yeni ve temiz bir başlangıcı temsil eden bu beyaz gül, umarım bizim için iyi şeyler getirir." Namjoon'un hemen ardından da ben lafa atlamıştım. "Ayrıca sempati, dürüstlük ve alçak gönüllüğü de ifade eder."
Birkaç adım daha atarak eline sarı gül almıştı. "Bu çiçeğin anlamı tam benlik sanırım. Aşk konusunda platonik bir aşkın temsilcisi olduğu söyleniyor." Adımımı Namjoon'a yakınlaştırıp, aramizda fazla mesafe kalmamasına özen göstererek konuşmuştum. "Ah öyle mi? Sanırım sana karşı bir şeyler hissettiğimi düşünmeye başlamıştım."
Namjoon gülümseyip hemen yanımda olan pembe gülü de eline alarak, direk yüzümün yanında tutup konuşmuştu. "Bak bu biraz seni anlatıyor sanki?" "Ne? Beni mi?" Gülmüş ve ardından konuşmama devam etmiştim. "Yani.. Duygularımı nazik mi buluyorsun?" Namjoon başını sallayıp konuşmak adına dudaklarını aralamıştı. "Artı olarakta saf ve sevimliliğine benziyor."
"Ve işte, alırken benim en çok beğendiğim gül." Bakışlarımı Namjoon'un bakmakta olduğu yöne çevirdiğimde gördüğüm şeyle şaşırmış ve gülümseyerek ona dönmüştüm. "İlk görüşte mi?" Namjoon utandığını belli eden bir şekilde gülümseyerek başını önüne eğmiş ve konuşmuştu. "Lavanta gülleri renklerinden dolayı ilk görüşte aşkı simgelermiş. Ve bende, sanırım seni ilk gördüğüm anda sana abayı yaktım Kim Seokjin. Bölüm profesörünün beni gezdirmesi için sana söylemiş olması bir tesadüf müydü bilmiyorum fakat-" Aramızda ki mesafeyi daha da aza indirerek alnımı Namjoon'un alnına dayamış ve sessizce fısıldamıştım. "Tesadüf diye bir şey yoktur Namjoon, yaşanması gereken kaderlerimiz vardır. Belki de biz daha doğmadan önce yazılan.."
Namjoon gözlerini gözlerime kenetlediğinde nefeslerimizin birbirimizin suratlarını yalayıp geçmesine izin vermiştik. "O zaman kaderlerimize teşekkür ederim.." Namjoon, yüzünü daha çok yüzüme yakınlaştırdığında ne olacağını az çok tahmin edebiliyordum ve bunu bende istiyordum. Bu yüzden ona izin vermiş ve bende kendimi ona doğru yakınlaştırmıştım. Çok geçmeden, ikimizde dudaklarımızı birbirine bastırmış ve küçük bir öpücük bırakmıştık. Bedenlerimizi birbirinden ayırdıktan sonra az önce onun bana söylediği şeyi bu defa ben ona söylemiştim. "O zaman kaderlerimize teşekkür ederim."
"Hadi gel, daha gitmemiz gereken yerler var." Namjoon'un dediği şeyle ben şaşırmış bir şekilde konuşmuştum. "Nasıl yani? Daha ne olabilir ki?" Namjoon omzularini kaldırıp indirirken konuşmuştu. "Bende sürprizler bitmez ki." Gülümseyerek beni elimden tutmuş ve çekiştirerek bir yere doğru sürüklemişti. Çiçeklerin arasından beni sürüklediğinde ortada kocaman bir sahne görmüştüm. Namjoon sahneye çıkarak mikrofonu eline alıp bir anda konuşmaya başlamıştı. "Normalde burada daha başka kişiler de olsa olurdu fakat senin nasıl tepki vereceğini bilemedigim için, yalnız olmak ilk tercihimdi. Bu arada, bu şarkıyı yazdığımdan kimsenin haberi yok, ilk önce söylediğim kişinin özel olmasını istedim."
Namjoon şarkıyı söylerken bende onun büyüleyici sesiyle huzur buluyordum. Senin sayende insan ve sevginin neden birbirine benzer olduğunu biliyorum. Ben anın büyüsüne kapılmışken farkına varmadan Namjoon çoktan şarkıyı bitirip yanıma gelmişti. "Nasıl? Beğendin mi?" Gülümseyerek başımı sallamış ve konuşmuştum. "Çok, çok güzel olmuş. Yine çok güzel bir şarkı çıkardığına şaşırmamalı."
"Aslında, bu şarkıyı seninle ilk tanıştığım gün yazmaya başlamıştım ama bir türlü cümleleri birbiriyle bağlayamıyordum. Daha sonra Hoseok ile konuşurken bana şarkılarını nasıl yazdığından bahsetti. Onu çok etkileyen ve mutlu eden, sürekli görmek istediği bir şeyi düşünerek yazdığını söyledi. Ve sende biliyorsun ki ne kadar belli etseler de Yoongi ile Hoseok hala birlikte değil. O an aklıma dank etti. Ben neyi bu kadar çok görmek istiyordum? Sürekli sana yazmak istiyordum. Ne zaman kendime gelsem hep telefonu açtığımda kendimi senin sayfanda buluyordum. Ve fark ettim ki görmek istediğim tek şey, senmişsin. Yanimda hissetmek istediğim tek şey, senin varlığınmış. Bu şarkıyı da hep seni düşünerek yazmaya başladım. En baştan. Burayı da hep seni düşünerek bu hale getirdim. Gördüğünde ne kadar mutlu olacağını düşünerek, özenle ve kendi ellerimle yaptım. Yalnızca seni gülerken görmek için."
Kollarımı Namjoon'un beline dolayarak ona sarılmış ve başımı omzuna yaslamıştım. "Sanki sen, benim için yaratılmış gibisin. Gökyüzünden benim için inmiş bi melek gibi. İlk görüşte aşk mı? Filmler de olur sanırdım. Ama insan bazı şeylerin gerçekliğini yaşamadan anlayamazmış. Varlığınla beni mutlu hissettirdiğin için teşekkür ederim, Namunamu." İkimizde kahkaha ile birbirimize gülerek sahnenin kenarına geçmiş ve oturmuştuk. Başımı tekrar Namjoon'un omzuna yaslayarak yalnızca anın huzuruna bırakmıştım kendimi.
Etrafımız bir sürü güllerle kaplıydı, yanımda sevdiğim insan vardı, gökyüzü turuncu-pembe karışımı bir renkti ve ben mutluydum. Onun sayesinde, onun varlığı sayesinde mutluydum. Çok..