☁️
nisan ayının serin havası yüzüme yüzüme çarpıyordu. gökyüzü her gün modunu değiştiriyordu. bazı günler hüzünlü hissettiğinden olsa gerek yağmur yağıyordu, bazen de mutlu hissettiğinden olsa gerek sıcak bir güneş tepemizde dikiliyordu. sanırım gökyüzünün de benim gibi kafası karışıktı ve nasıl hissedeceğini bilmiyordu. çünkü daha bu sabah sıcak ve güneşli bir hava ile güne başlamıştım, şu an ise sağanak yağmurdan kaçarak kütüphaneye doğru koşuyordum.
neredeyse koşarak kütüphanenin dik basamaklarını çıktım. kapının önünde yağmurun dinmesini bekleyen birkaç insanın yanından geçerek kendimi içeri attım ve girişte üzerimdeki su damlalarından kurtulmaya çalıştım. yağmuru çok sevmiyordum, çünkü hep sabah özenle düzleştirdiğim saçlarımın bozulmasına sebep oluyordu. ama yapacak bir şey yoktu. içeri girmeli ve ödünç almak istediğim kitaplara göz atmalıydım.
ıslanmış kıyafetlerimle kütüphanenin içine girdim. çeşit çeşit kitap bana merhaba diyince içime anında bir huzur yayıldı. kitaplar beni yatıştıran tek şeydi ve onlarla ne kadar vakit geçirirsem geçireyim bıkmazdım sanırım. bu yüzden yüzüme yayılan tebessüm ile girişteki kütüphaneciye selam verdim ve kendimi memnuniyetle kitapların arasına attım.
birkaç dakika sonra aradığım kitaplardan birini bulmuştum bile. onu kollarımın arasına alıp diğerini bulmak için uzun rafların arasında yürümeye başladım. ingilizce romanların olduğu yere geldiğimde sadece bir göz atmak istedim. hızla kitapların isimlerine bakarak geçerken gözüme bir kitap takıldı. heyecanla önümde duran rafa doğru yaklaştım ve uzun zamandır okumak istediğim norwegian wood'a yutkunarak baktım. en fazla üç tane kitap alabilirdim ve şimdi okumam gereken kitaplar vardı. bu yüzden hüzünlü bir şekilde arkamı dönüp oradan uzaklaşmaya başladım. ama birkaç adım anca atmıştım ki bir ses beni durdurdu.
"bence o kitabı almalısın."
arkamı döndüm ve görmeyi en son bekleyeceğim o kişiyle karşılaştım. bir ay önce, okulun ilk günü, karşılaşmıştık ve o günden sonra her gün onu tekrardan görme umuduyla okula gitmiştim. şu an ise karşımda duruyordu! onu görünce şaşkınlıktan bir tepki veremedim. verdiğim şapşal tepkiye gülümsedi ve az önce önünde dikildiğim rafa doğru yürüdü. norwegian wood'u aldı ve bana doğru uzattı.
"eğer ingilizcen iyiyse kesinlikle okumalısın. çok düşünme."
kendime az da olsa gelebildiğimde bana uzattığı kitabı aldım ve "teşekkür ederim," diye mırıldandım. tekrardan ona fazlasıyla yakışan gülümsemesini gözler önüne serdi. ben başka bir şey demeyince de arkasını döndü ve yürümeye başladı. bir an gitmeli miyim diye tereddüt ettiğini fark etmiştim. bundan cesaret alarak "dur!" dedim ve adımlarını durdurmasına sebep oldum. arkasına döndü ve kaşları merakla havaya kalktı.
boğazımı temizledim ve bu fırsatı bir daha elde edemeyeceğimi düşünerek, bu sorunun cevabını zaten bilmeme rağmen, "aynı okuldayız, değil mi?" diye sordum. beni ve göz göze gelmemizi hatırlıyor mu diye merak etmiştim. ama sonra anında pişman olmuştum. neredeyse bir ay önce göz göze geldiği bir kızı neden hatırlasındı ki?
ben gergin bir şekilde vereceği cevabı beklerken ve ağırlığımı bir bacağımdan diğerine verirken büyük bir gülümseme yüzünü kapladı. başını aşağı yukarı salladı ve "evet, seninle birkaç kere karşılaşmıştık," dedi.
beni hatırlamasının verdiği heyecanla ve bunun verdiği cesaretle "adım min young," dedim. ardından da utançla saçlarımı düzelterek "senin adın ne?" diye ekledim.
"hyunjin," dedi yüzünden gülümsemesini indirmeden. sonra da siyah saçlarını karıştırarak "adın güzelmiş," diye ekledi. bu, birkaç saniye dediğini sindirmeye çalışmama sebep oldu. ardından bir şey demem gerektiğini fark edebildim ve utandığım için yüzüm kızarırken ona gülümseyerek teşekkür ettim.
o gün bana "iyi günler" dileyerek arkasını dönmüş ve ingilizce kitapların olduğu bölümden uzaklaşmıştı. ama bu bizim için bir son olmamıştı. aksine uzun bir zaman gerçekten yaşandığını idrak edemediğim bir şeyin olmasını sağlamıştı. kütüphanede karşılaştığımız günün ertesi günü kampüsün bahçesinde tek başıma oturmuş, büyük bir merakla norwegian wood'u okurken yanıma birisi gelmişti. başımı kitaptan kaldırıp çardağın önünde dikilen erkeği fark ettiğimde ise büyük bir şoka uğramıştım. çünkü hyunjin karşımda dikiliyor ve bu da yetmezmiş gibi bana gülümsüyordu!
başıyla, şaşkınlıkla ellerimin arasından kayıp masaya düşen kitabı işaret etmiş ve "nasıl gidiyor?" diye sormuştu. hemen kendimi toparlamaya çalışmıştım ve yutkunarak "yeni başladım ama güzel gidiyor," diye cevap vermiştim. o gün aramızda geçen konuşma da kısa sürmüştü. çünkü derse yetişmesi gerektiğini söylemiş ve gitmişti. ama bu durum devamını çok merak etmeme rağmen bilerek kitabı yavaş yavaş okumama ve bulabildiğim her boşlukta -hava soğuk olmasına rağmen- kampüsün bahçesinde norwegian wood'u okumama sebep olmuştu. ve tahmin edebileceğiniz gibi bunu sadece hyunjin beni fark etsin ve tekrardan benimle konuşsun diye yapmıştım.
bunu yaparken haruki murakami'nin bu müthiş eserini onun dikkatini çekmek için kullanmam biraz suçluluk duygusu hissettirse bile amacıma ulaşmıştım. kitabın son sayfasını okuduğum için duygusal olduğum ve hyunjin arada yanımdan geçmesine rağmen benimle tekrardan konuşmaya gelmediği için içimde buruk bir hisse sahiplik yaptığım o gün bir şey olmuştu. mutsuz ve karmakarışık düşünceler eşliğinde oturduğum yerden kalkıp oradan biraz uzaklaştığım zaman bir ses beni durdurmuştu. ve o zaman kütüphanede karşılaştığımız an gibi arkamı döndüğümde onu görmüştüm. bana gülümsemişti ve onun etkileyici gülüşünü görmek içimdeki bütün sıkıntılı duyguları alıp götürürken yanıma gelmişti.
"kitabı bitirdin mi yoksa?"
tebessüm etmiş ve sorduğu soruya başımı aşağı yukarı sallayarak cevap vermiştim. "evet, bitirdim. bu kitabı bana önerdiğin için çok teşekkür ederim. sen olmasan sürekli erteleyecek ve belki de hiç okumayacaktım."
söylediğim cümleler gülüşünün daha da büyümesine ve bu durumun kalbimi tekletmesine sebep olmuştu. utanmış olmalı ki ellerini siyah saçlarında gezdirmiş, ardından da "sana önerebileceğim daha bir sürü güzel kitap var," demişti. ve sonra yüzü kızarırken "tabii, sen de istersen..." diye eklemişti.
olduğum yerde sevinçten zıplamamak için kendimi zor tutmuştum. sonra da mutluluğumu saklayamayarak "tabii ki isterim," demiştim. rahatlamış bir şekilde bana bakmıştı ve "o zaman arkadaş olalım," diye cevap vermişti. bu teklifinin bende ne kadar derin duygular ve anlamlı sevinçler oluşturduğunun farkında olmadan söyleyivermişti bu cümleleri... ve bir anda gelen cesaretle söylediği şeyler aramızda sağlam bir arkadaşlığın oluşmasına sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
epiphany; hwang hyunjin
Fanfiction[short story] min young, daha önce birkaç kere derin gözlerinde kaybolduğu hwang hyunjin ile kütüphanede karşılaşır. 080520 ✿