Lan WangJi, Wen Yuan'ı ilk bulduğunda ufak bedeni ortası delik bir çınar ağacının içine yerleş(tiril)mişti. Küçük vücudu ya korkudan ya da üşüdüğü için: tir tir titriyordu ve teni beyaza dönecek kadar solmuştu. Elbiseleri ve yüzünün bazı yerleri dumanla kararmıştı. Fakat bu halde bile ikinci yeşim onun bacaklarına sarılan küçük çocuk olduğunu seçebiliyordu. Yuan, sıcak bir elin yüzüne değdiğini hissetti, nazik.
Bir ateş gibi acımasız değil.
Yanağının okşanması cildinde hoş bir sıcaklık bırakırken bu tanıdık hareket ona tek bir kişiyi anımsattı. Susuzluktan çatlamış dudakları ve boğazı bir nefes gibi sessiz bir fısıltıyı bıraktı.
"Xian-GeGe..." Bu, adamın duyacağı kadar sesliydi ve zikredilen isim onun nefesini kesti. Zorlukla yutkunmasını sağladı. Gözlerini yumup sessiz bir nefes çekti. Kendini toparlamak için yeterli bir süre.
Wen Yuan kucaklandı, yorgun ve her şeye tetikte olduğu için kasılmış bedeni sandal ağacının kokusunun rahatlatıcılığı ile gevşedi. Zihni istemsiz bir karşılaştırmayı mırıldandı:
Sıcak ama ateş kadar değil.
İç açıcı kokuyor, ateşin dumanının akciğerlerini boğmasından çok uzak.Onu nazikçe kucaklayan adamın kalp atışları sakin fakat nedenini bilmediği bir şekilde acı çekiyormuş gibi hissettiriyor. Bundan hoşlanmadı, yardım dilenen bir kalbe benziyor ve bu yaşadığı yer yanarken sevdiği insanların çığlıklarını hatırlatıyor.
Duymak istemiyor, duymak istemiyor!
Ve sonunda sessizleşiyor. Kalp atışları durdu, eski rahatlatıcı koku ve sıcaklık yok. Rahat bir yatakta yorgun gözlerini araladı. Gördüğü karanlık tavan her gün uyandığı zaman
karşısına çıkan güneş ışıklarının vurduğu tahta tavan fakat bu sefer güneş doğmaya başlamamış.Bedenini yukarı itip oturdu, birçok kez gördüğü bu rüya hakkında fazla düşünmemeye çalışıyor çünkü bu her zaman ona ateşin boğucu dumanını hatırlatıyor. Küçüklüğünden kalan bir anı ya da kafasında kurduğu bir şey olup olmadığından emin değil. Bu yüzden umursamama kararı aldı. Kafasını çevirip odasını paylaştığı arkadaşına baktı. Her zamanki gibi derin bir uykuda ve bu onu ölü gibi gösteriyor. Sessizce ayaklarını soğuk ahşaba değdirirken kalbi deli gibi atıyor ve kulaklarında damarlarında süratle akan kanın sesi var.
Akciğerleri bir süre havayla olan ilişkisini kesti, telaşla arkadaşının yatağına adımladı, JingYi'ye yaklaşıp elini ilk arkadaşının dudaklarına yaklaştırdı. Oğlanın akciğerlerine çektiği ve havaya geri bıraktığı havanın sürati eline nemle çarptı.
Nefes alıyor.
Elini geri çekip bir süre daha arkadaşının çocuksu yüzünü izledi. Ölü olmadığına kendini tamamen ikna etti... Bunu yaptı çünkü her zaman delicesine sevdiği insanların ölümünden korktu.
Sonunda gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. Neredeyse her gün bunu yaptı, küçük takıntısının kalbini rahatlatmasına izin verdi. Kısa boylu çocuk, küçükken birçok kez SiZhui'yu onu uyurken öldüğünü düşündüğü için deli gibi odanın diğer köşesine çömelmiş ağlarken buldu ve teselli etti. Onun bu küçük takıntısını ve korkusunu biliyor, onu yargılamıyor.
Annesi yok ve herkes onun birden HanGuang-Jun ile Bulut Girintilerinin önünde ortaya çıktığını biliyor. Kimse
onun hikayesini bilmiyor, en yakın arkadaşı JingYi bile sadece onun Bulut Girintilerinde yaşamaya başladıktan sonrasını biliyor. Bu korkunun onda kalıcılaşmış olması için berbat bir
şey yaşadığını akıl yoluyla çok küçükken buldu. Bu yüzden aşırılaşmış korkusunu yargılayamıyor.
