Hareket etmek. Yere veya göğe, aşağı veya yukarı.Hareket etmek, yaşamla eşdeğerdir. Eğer hareket varsa, hayat vardır. Ölüm döşeğinde yatan birinin parmağının ucu kıpırdasa, buna yaşama ihtimâli deriz. Tek bir göz kırpış, hayata devam etmek için bir işarettir. Yaşamla hareket bu denli yakındır birbirlerine. Hareketsizlik ise pek tabî ölümle bağdaşır. Ölümün getirisi, uzuvlarınızdan aldığı harekettir, candır. Siz hareket etmemeye ne kadar alışırsanız, bünyeniz o kadar yavaşlar; yavaşlar ve ardından çökme noktasına gelebilir zamanla. Ölüme yaklaşır her bir organınız, dışarıya uzanan her uzvunuz. Hantallaşır, sonunda oturduğunuz yerden kalkamayacak hâlde bulursunuz kendinizi.
Hareketsiz bırakmaya alıştırdığım bedenimin, tıpkı bir ceset gibi görünmesi hoşlarına gidiyordu. 'İnce ol, nârin ol, belin avuçlar arasına sığsın.' Sanki bedenimi terbiye etmek zorundaymışım gibi, insanların bana ne yapmam gerektiğini söylemesi ve git gide çöküşümü izlemekten hoşlanmaları, inanılır gibi değildi. Fakat görüldüğü üzere, inanılırdı.
El bileklerimin bağlı olmasından kaynaklı, avuçlarımın ve parmak uçlarımın uyuşukluğu sanki git gide tüm bedenime yayılıyordu. Ani bir farkındalıktı bu. Dudaklarım, bedenime yer yer çarpan soğuk dalgaların esiri, birbirlerine dolanmışlardı. Ne zamandır bu izbe yerde, odayı saran boğuk havayı ciğerime çekeliyordum umutsuzca, emin değildim. Fakat gözlerim bulanıklığını kaybedip de bana iyi bir iş sunduğunda az çok seçebilmiştim nasıl bir yerde olduğumu.
Çıplak düz duvarlar. Küçük odanın ortasına fırlatılmış gibi duran, rahatsız olduğu her hâlinden belli olan bir yatak. Genelde tuvaletlerde bulunan küçücük bir pencere, odanın en üzerinde yer bulan. Son olarak bir tuvalet. Tamamen açıkta kalan. Özel hayattan bir haber, öylece duran. Bir tuvalet. Hapishane hücresinden farksızdı. Duvarlarında kahvenin en berbat hâlinin mesken tuttuğu korkunç bir yerdi, kısaca. Bu yer, izlediğim filmlerden hareketle bana tek bir durumu gösteriyordu. Kaçırılmıştım. Sahiden, kaçırılmıştım.
Sakin kalmaya çaba gösteriyordum fakat içimde milyonlarca fırtına kopuyordu. Ne için kaçırılmıştım? Para için mi? Bana sahip çıkacak öyle kimsem yoktu ki. Kimden ne isteyebilirlerdi? Yavaş yavaş yükselişe geçen bir modeldim. Başka yaptığım, karıştığım kötü bir durum da olmamıştı. Önümdeki demir kapıyı incelerken parmaklarım yettiği kadar bileğimdeki kalın sayılacak ipi gevşetmeye çalıştım. Birinin gelmesine, bana bu durumu açıklamasına ihtiyacım vardı. Belki... Konuşulup tatlıya bağlanacak biriyle muhatap olabilirdim. Bir umut... Bekledim.
Ne kadar vakit olmuştu bilmiyordum fakat, ben bu kirli zeminin kaç fayanstan yapıldığını onbirinci kez sayarken kapının tok demir sesi kulaklarıma ilişmiş; başımı hızla o tarafa döndürmeme sebep olmuştu. Kulaklarım uğulduyor, karnıma giren bıçakların ardı arkası kesilmiyordu. Sanki şimdi, bu kapının ardından gelecek kişi; canıma kıyacakmış, beni bu pis fayansların altına gömecekmiş gibi hissetmeden edememiştim. Vücudum hareketlenirken, küflenmiş kapının kapanıp vücudunun iriliğini seçtiğim adamı içeri buyur etmesini izledim. Oradaydı. Sırtı bana dönüktü. Yavaş yavaş bana doğru dönerken, gözlerimi üzerinde gezdirmeden duramamış, dişlerimi dudaklarıma geçirivermiştim. Gözlerim ilk önce yüzünde duran korkunç maskede dolanmıştı. Nasıl akıl sağlığı yerinde olan biri bunu yakınında bulundurabilirdi?
Siyah, neredeyse yapılı üst vücudunun her kısmını yer yer gösteren bol bir atlet, teninde yer edinmişti. Yıpranmış görünüyordu. Ben de bu kadar yıpranmış duruyor muyum, diye düşündüm. Gözlerim alt bedenine kaydığında saniyeler içinde asker tarzı kargo pantolonu hapsetmiştim zihnime. Altında yine askerî görünen siyah bir bot vardı. Bu bedeni taşıyan biri takıldığım barda kapıdan girse, sanıyorum hayli düşerdim. Fakat şu an ne bardaydık, ne de düşmek için bir zemin vardı. Ben zaten dipte hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝘣𝘦𝘢𝘶𝘵𝘺 𝘢𝘯𝘥 𝘵𝘩𝘦 𝘣𝘦𝘢𝘴𝘵
Fanfic"yersiz ve sahipsiz." derin nefesini odaya karıştırdı katil ve ekledi. "tanrı beni ağzından kaçırdı, ben onun kabullenemediği küfrüyüm."