Market poşetleri ellerimi keserken adımlarım daha da karıştı birbirine. Eski kaldırımın fi tarihinde döşenmiş taşları yıllanmış botlarımı daha da çiziyor sanki içimi döküyordu. Soğuktan akan burnumu çekip biraz soluklanmak için durdum. Poşetleri kenara bırakırken elim ister istemez ceketimin iç cebinde tam kalbimin üstündeki eski deftere gitti.
O an dokunamasam da ağırlığını taşıyordum.
Her anlamda.
İç kırıklarım kelime kelime oradaydı.
Changbin'deki yaralarım da.Poşetleri tekrar yüklenip apartmana girdiğimde kapı eşiğinde uyuklarken buldum onu.
El eklemlerinde soğuğun usulca bıraktığı küçük kesikler vardı. Sanki ruhu artık sığmıyordu içine de sızıyordu bedeninden yer yer.
İmkansız da değildi. Yazmayı bırakmıştı nasıl olsa.
Yazdıklarıyla nefes alan biri yazamayınca ne olur diye sordum kendi kendime.
O usulca evimin kapısında ceketine iyice sokulmuş uyuklarken.
Sanırım dedim. Sanırım yavaş yavaş yok olur. Ruhu sıkışır kalır içerde de kokar çürür.
Sonra çok korkuttu bu cevap beni. Yok oluşu Changbin'in, beni çok korkuttu.
Tıpkı var oluşunun altına ezilmem gibi.
Kaç dakika geçti bilmem poşetleri seslice önüne koyunca Changbin uyandı.
"Felix." dedi.
Sesi derinden hırıltılı geliyordu."İçeri girelim." dedim kolundan tutup kaldırırken.
Sesini çıkarmadı. Kapıyı açıp dışardaki her şeyi içeri aldım. Önce Changbin'i sonra market poşetlerini en son da kendimi. Bize ait olan her şey evimdeydi şimdi. Fakat biz birbirimize ait miydik onu bilmiyordum.
"Aç mısın?" dedim yüzüm mutfak kapısına dönükken.
"Senin yemeklerine evet." dedi.
Hafif bir tebessümle kaplıydı sesi. O yan gülüşünü görmesem de yerini tahmin ettim. Yeri o güzel yüzüydü hissi kalbimdeydi sanki."Erişte almıştım marketten." dedim.
"Sebze sotesiyle birlikte güzel oluyor."
"İster misin?"
"Olur." dedi yanıma gelirken.
"Ben de poşetleri yerleştirip sebzeleri falan yıkayayım." dedi.
Changbin poşetleri yerleştirip sebzeleri falan yıkadı.
Ceketi hep uyuduğu kanepedeydi. Defteri ceketimin iç cebindeydi. Changbin mutfağımdaydı. Ben Changbin'in yanındaydım. Biz hiçbir şey olmamış gibiydik.
Çok da uzun sürmedi zaten.
Gömleği ıslanmasın diye sıvadığı kollarında gördüğüm kesiklerle kanım çekildi. Jilet izi değildi. Sanki üzerine cam patlamış gibi ufak ufak bir sürü kesik vardı. Biraz bizi gördüm o kesiklerde.
Ellerim istemsizce bileklerini bulurken;
"Ne oldu sana?" dedim.
Gözleri yavaşça bana döndü. Çekmedi bileklerini. Changbin bazen savaşmaktan çok yorgun düşmüş gibi görünürdü gözüme. Yine öyleydi.
"Önemli bir şey değil." dedi.
"Kazara cam sehpanın biriyle yeri boyladım."
İnanmadım. Aklıma dolan şeylerle daha da köpürdü içim.
"O kız yaptı değil mi?" dedim.
"Hırsını gene senden çıkardı."
"Hayır." dedi kısaca.
"Hayır o yapmadı."
Bileğini bırakıp bir adım geriye gittim.
"Changbin." dedim.
"O seni sevmiyor. Anla artık bunu."
"Biliyorum." dedi gözlerime bakıp.
İçimde bir şeyler yeşerdi sanki. Ona ve bana ve geleceğe dair şeyler.
"Ayrıldım ondan."
Belki hala umut vardı bizim için.
"Haklısın." dedi sözlerine devam edip.
"Beni sevmiyor. Bunu da geç anladım biliyorum. Ama benim suçum değil."
"Sevmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum."
"Artık biliyor musun?" dedim.
Sesim öylesine kısıktı ki hiçliğin ortasında kalmış gibiydim.
"Biliyorum." dedi.
"İnsan sevince anlam aradığı her şeyde onu görüyor sanki bir dokunuşu kalmış gibi."
"Haklısın." dedim gülümseyip.
Changbin o gece tekrar yazmaya başladı. Ben de sadece gülümsedim.
•••
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Roma. changlix
FanficHer şeyi bi' taslak olarak, burada ve orada paramparça kelimeler olarak bıraktım. [changlix]