Marshy Landscape.

1K 243 57
                                    

"Felix!"

Chan'in seslenişiyle kısa, sık, hararetli adımlarım kesilmiş arkama dönmüştüm.

Chan nefes nefese yanımda biterken elini omzuma koyup biraz soluklandı.

"Amma da hızlı gidiyorsun yetişemeyeğim diye korktum." dedi elini çekip doğrulurken.

"Kusura bakma." dedim Chan'a.

"Acelem vardı."

"Nereye gidiyorsun?" dedi benimle yürümeye başlarken.

"Eve gidiyorum." dedim adımlarımın ritmi artarken.

Changbin kendini evime kapatmış çıkmamak için adeta direniyordu. Bu yıl son sınıf olduğu için bitirme tezi ve projeleri vardı ama ne bir şey için çabalıyor ne de kalkıp okula geliyordu.

Yine de en azından güvende olduğunu biliyordum. O yüzündeki yersiz yaralar yoktu. Bir iki kilo almıştı ve yüzüne renk geldiğini bile söyleyebilirdim.

Benim sevgilim hep güzeldi gerçi ama yaraları kapandıkça; parmak uçlarımla daha rahat sevebiliyordum onu.

Canı acır mı diye korkmuyordum artık. Ne Changbin'in sevgisi ne kendi sevgim ne de Roma'nın gidişi korkutmuyordu artık.

Hepsi için bir cevap bulmuştum ve eğer doğrularsa her şey çok yakında düzelecekti.

Roma geri dönecekti.

"Changbin'in yanına yani?"

Chan'le sessizce birkaç sokağı arşınlamışken önceki dediğime cevap niyetinde bunu sormuştu.

Bir soru nasıl aynı zamanda cevap olabilirdi bilmiyordum ama söz konusu Changbin olduğunda hiçbir şey benim için imkansız olmuyordu.

"Evet." dedim yüzümde bir tebessümle.

Eve gidiyorum dedim ya sana Chan.

Evime gidiyorum.

Ona gidiyorum.

"Tekrar yazmasına çok sevindim." dedi Chan göz ucuyla bana bakarak.

Neyi ima ettiğini bilsem de belli etmedim.

"Tekrar yazması mı?"

"Bilmiyor muydun?" dedi kaşlarını kaldırıp.

"Derginin basımevine postayla göndermeye başladı yazıları."

"Berabersiniz diye biliyorsun sanıyordum."

İçimde gerçeği haykırmak isteyen yanımı susturup başımı yavaşça salladım.

"Changbin'in işlerinden konuşmuyoruz artık." dedim.

Yalan değildi. Konuşmuyorduk.

Changbin kendi kendine evin belirsiz yerlerinde üç beş satır karalayıp duruyor bazen kağıtları çöpte bazen kahve fincanlarının altında okunmaz hale gelmiş şekilde buluyordum.

O kadar alışmıştım ki bu duruma artık; canım bile yanmıyordu. Öylesine bir şeymiş gibi kaldırıp çöpe atıyordum.

Hayatım olmuş birinin kelimelerini kaldırıp çöpe atıyordum.

"İşin iyi yanı artık taslak olarak değil de tamamlanmış hikayeler, yazılar gönderiyor."

Burukça gülümsedim Chan'in dediklerine.

"Changbin olduğuna emin misin?"

"Eminim tabi!" dedi Chan gereksiz bir böbürlenmeyle.

"Başka bir Roma daha yok ya?"

"Hepsi Roma imzalı."

"Haklısın." dedim Chan'dan yüzümü gizleyip.

"Bir başka Roma yok."

"Ben buradan Minho'nun yanına geçeceğim." dedi Chan iki caddeyi bağlayan sokağı bitirdiğimizde.

"Tamamdır." dedim başımı sallayıp.

Chan benim tersi istikametimde giderek küçülürken onun saf haline gülmeden edemedim.

"Aptallar." dedim gülerek.

"Changbin değil ben yazdım onları."

Eğer gerçekten Changbin yazmış olsaydı hiçbirinin bir sonu olmazdı.
•••


Roma. changlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin